Adem'in yaprağı, babamın ceketi, ekosenin iflası ve puşilerin sessizliği 

Abone Ol

Moda, İstanbul’da bir semt ismi değildir sadece…  

Korunma içgüdüsü ve doğal koşullara uyma ihtiyacıyla başlayıp endüstrileşmeden önce, inançsal olarak, Adem ve Havva’nın incir yaprağıyla mahrem bölgelerini gizleme serüveniyle başlar giyinme tarihi (Adem ve Havva’nın onca yaprak arasından alerjik olan incir yaprağını seçmiş olmasını “cahillik” olarak yorumlayacak birileri olabilir, onca imkansızlığın içerisinde korunma iç güdüsü ve can havliyle incir yaprağına sarılmış olmaları bence dahiyane!).  

 

 

İncir yaprağıyla başlayan giyinme gereksinimi, zaman içinde çorap, eldiven, ceket ve son olarak şapkayla taçlandırıldığını anlatır moda tarihçileri… Temel bir ihtiyaçla şekillenen giyim kuşam serüveni, öznesi olan insanla birlikte yaşamaya, dönüşmeye başladı. Dini ve felsefi inançlar ışığında şekillendi. Toplumsal sınıfların oluşumuyla yönetimsel düzenlemelerle tarif edilmeye başlandı kimin, neyi, nerede, nasıl ve ne için giyeceği. Ekonomik koşullarımızın tellalı oldu adeta elbiselerimiz. Cinsel ve psikolojik eğilimlerimizi yansıtıp, farkımızı görünür kılarak, yer yer sembolleşti kıyafetlerimiz. Zamanla “moda” çalışan bilim dalları, devasa giyim endüstrileri oluştu.  Siyasi ve kültürel boyutuyla kartvizitimiz oldu kıyafetlerimiz, konuşmadan çok şey anlatma “şekilciliğine” evrildi giydiklerimiz.  

 

Tüm bu serüvenin içinden sıyrılarak özelleşen kıyafetler oldu; “ceket” örneğin. Anadolu’da,  farklı bir yere sahiptir ceket, semboldür. Ekonomik kast’a göre orta ve alt sınıf emekçi ailelerin hepsi bilir ceketin kudretini. Aile içinde  “baba”yı; gücü temsil eder yani. Ceket, ihtiyaç olmakla birlikte, temsil ettiği maneviyatı çok özgündür. Günü geldiğinde ekonomik gereksinimler ışığında vazgeçilebilir ondan. Babalık onurunu kurtarmak adına, satılarak zaruri ihtiyaçlara dönüştürülür. Genellikle çocuklarını okutmak şekliyle vuku bulur bu olgu. Korunmak, statü, felsefi ve siyasi mesajlarından taviz vermek, kültürel olarak çırılçıplak kalmayı bildirir ceketini satmak fiili. Aslında son hamlenin, son çırpınışın, son kurşunun, son nefesin simülasyonudur ceketin satılışı… 

 

Bir de siyasi halleri vardır, ceketin. Halktan aldığı gücünü temsil eder, siyasi bir figürün. “ceketini koysa kazanır”, cümlesiyle “şahsın”, toplum üzerindeki etkisi ve teveccühünün seçim başarısına döneceğinin sloganıdır aynı zamanda. Siyasetin merkezileşmesi ve lider üzerinden şekillenmesinin tezahürüdür ceketlerin adaylığı ve seçim başarısı. Bu motivasyonla, son dönemlerdeki seçimlerinin neredeyse tamamından “muzaffer” çıkar, son dönem siyasette tercih edilen ekoseli ceket modeli. Bir şekilde çoğunluğu etrafında toplayabilen politikaların devamı ve belli başlı muhafazakar-milliyetçi siyasi söylemler üzerinden konsolide edilen toplum, bir süredir ekoseye oy vermiş olmakla beraber, pandeminin de tetiklemesiyle uzunca süredir yürütülen yanlış politikalar neticesinde gittikçe derinleşen ekonomik krizle birlikte bir çok baba, ceketini satma noktasına geldi. Kendi giydiği ve satılığa çıkardığı ceketin para etmediğini gören bireyler, siyasi tercihlerini değiştirme evresinde (ki bu satış zarureti maalesef pek de hayati önemi olmayan, çok sıradan günlük ihtiyaçları giderme üzerinden şekillenmekte). Ekonomik ederi ve deseni ne olursa olsun, bir yerden sonra, ekonomik olarak dipte olan yurttaşın ceketinin değeri kadardır, binlerce dolarlık ekose ceketlerin tutarı. Nitekim hiçbir siyasinin ceketi, aile babalarının ceketlerinden kıymetli değildir. Bu topraklarda babalar ceketlerini kaybetmeye başladıysa eğer, sebep olan siyasilerin de o canım ekoseli ceketleri kazanamayacaktır (ceketlerin paralelliği). 

 

Bir de yakın geçmişimizde, tekrarlanan İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde sembolleştiğine tanıklık ettiğimiz “gömlek” figürü vardı. Kavgaya girerken ilk önce ceketini çıkarır erkek kısmı (ki gücün yetmediği durumlarda çıkarılmaz, düğmeleri iliklenir. “ceketlerin çifte standardı”), sonra kollarını sıvar gömleğinin… İşte o ritüelle bir anda sembolleşiverdi “kolları kıvrılmış gömlek”. Arkasına aldığı rüzgarla öylece devam eder mi, ülke tarihinin siyasi eskileri arasında kendine yer aramaya başlayan ekoseli ceketin siyasi geçmişini mi taklit eder ya da bu macera başlamadan mı biter; pek yakında!  

 

Bu ülkenin bir yurttaşı olarak naçizane gözlemim, bu topraklarda, puşisiz bir gömleğin de, üstünde puşisi bulunmayan bir ekoseli ceketle aynı kaderi yaşayacağıdır (puşilerin sessizliği).