Gazete Emek- Türkiye'de siyasetin nabzını en iyi tutan siyasetçilerden biridir Ahmet Türk. Alışılagelmiş tabirle söylersek 16 Mayıs'ta görülen Kobanê Davası'nda Kürt siyasetçilere ceza yağdı. Ceza verilen siyasetçilerden biri de Kürt siyasetinin duayenlerinden olan Ahmet Türk'tü. Ahmet Türk'e 10 yıl ceza verildi.

Kürt siyasetçilere bu ağır cezaların neden verildiği, verilen cezaları nasıl yorumlamak gerektiği ve bu cezalara karşı Kürt siyasetinin nasıl bir tutum alması gerektiğini sormak için başvurulması gereken isimlerden biri de Ahmet Türk olmalıydı. Biz de öyle yaptık.
Ahmet Türk, 31 Mart yerel seçimlerinde üçüncü kez Mardin Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı seçildi. Önceki dönemlerde yerine iki kez kayyım atanan Ahmet Türk, kayyımdan nasıl bir belediye devraldı? Geçtiğimiz günlerde DEDAŞ, şehre su sağlayan MARSU'nun elektriğini borcundan dolayı kesmiş ve şehir susuz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Işıklı tabelanın bile valiliğe devredildiği belediye halka nasıl hizmet sunabilecek? Bu ve benzeri soruları Ahmet Türk'e sorduk. Ancak şunu da belirtmek gerekiyor, 8 yıldır kayyımla yönetilen belediyeler Mardin Büyükşehir Belediyesi ile aynı sorunları yaşadı. Dolayısıyla Ahmet Türk, Mardin Büyükşehir Belediyesi'nin sorunlarını anlatırken aslında diğer belediyelerin durumunu da üç aşağı beş yukarı tarif etti.
Görüşmeden edindiğim izlenime gelecek olursak: Hem genel siyaset hem de yerel sorunlar hakkında Ahmet Türk umutsuz görünmedi. Daha yeni 10 yıl ceza almış bir siyasetçinin adalet, eşitlik, barış gibi kavramlara sıkıca sahip çıkması, demokratik bir Türkiye için mücadele azmi göstermesi Kürtler için moral kaynağı olmalı. Aynı şekilde, "Bizim Türkiye demokrasi güçlerine ihtiyacımız var. Onlarla birlikte demokratik bir geleceği inşa etmek için birlikte mücadele etmemiz lazım" sözlerinin de uyarıcı ve kıymetli olduğunu düşünüyorum.
Ahmet Türk ile misafirlerin ve belediyeye ait işlerin eksik olmadığı odasında sohbet ettik. Siyaset ve belediyenin sorunlarını konuşunca insanın keyfi kaçıyor elbette. Ancak sıra fotoğraf çekmeye gelince, "Şöyle durun Başkan, bayrak da görünsün. Sonra, bayrak yoktu demesinler" dedim. O ağırbaşlı gülümseyişi belirdi Ahmet Türk'ün yüzünde ve "Bizim hiçbir zaman bayrakla bir sorunumuz olmadı" dedi.

'CEZALAR PARTİNİN GÜCÜNÜ KIRMAYA YÖNELİK'
Aralarında sizin de bulunduğunuz Kürt siyasetçilere ağır cezaların verilmesini nasıl düşünmemiz gerekiyor. Normalleşme konuşulurken bu cezalar ne anlama geliyor?

Kürtleri susturmaya, sindirmeye, demokratik siyasetin gücünü ortadan kaldırmaya yönelik bir girişim, bir hamle olarak değerlendirmek lazım. Biz başından beri şunu ifade ettik ki bu siyasi bir karardır. Yargının verdiği bir karar değil. Yargı da siyasi talebe göre veyahut talimata göre hareket edecektir dedik. Mahkeme boyunca, yargılama aşamasında bunları gözlemledik. Sonuç olarak Kürtler demokratik siyaset mücadelesini büyüttükçe bunun önünü kesmeye yönelik müdahaleler her zaman oldu. Bu da önemli bir müdahaleydi. Kürt siyasetini, Kürt siyasi aktörlerini bir yerde cezalandırma, sindirme, partinin gücünü kırmaya yönelik, siyasi kadrolar üzerinde oluşturulmuş olan bir siyasi mühendislik olarak değerlendirmek lazım. Bütün mahkeme boyunca avukatlarımız, arkadaşlarımız bunu dile getirdiler. Burada davada aslında hiçbir delil yok. Ceza verecek hiçbir eylem yok. Fikir ve düşüncelerimizi ifade ettiğimiz için yargılandık ve bunun bir cezayla sonuçlanacağını tahmin ediyordu avukatlarımız, bunu dile getirdiler. Türkiye'nin genel siyasetine baktığımızda bugün milliyetçi bir cephe kurulmuş. Milliyetçi cephenin etkili olduğu bir süreci yaşıyoruz. O cephe kendini ayakta tutmak için, gücü elden bırakmamak için herkesi sindirmeye çalışıyor. Bugün Kürtler üzerinde yoğun bir basınç var. Ama sonuç olarak bunun faturasını bütün halklar ödüyor. Yani demokrasiden uzaklaştıkça, bütün halklar bunun faturasını ödeyecek. Son dönemde emekçiler, devrimciler, demokratlar üzerinde yoğun bir baskının olduğunu görüyoruz. İşte Can Atalay'ın dosyası, işte Osman Kavala'nın durumu... Demokrat muhalefetin, demokrasiye inananların, Kürtlerin bir halk olduğunu içselleştirmiş olanların üzerinde bir baskının gittikçe büyüdüğünü görüyoruz.
Bu cezaların iktidarın öç almak arzusundan kaynaklandığını ileri sürenler de var... Belediyelerin yeniden alınması, Kürt siyasetçilerinin muhalefet etme biçimi nasıl etkiledi kararı?

Tabii ki bir öç alma duygusu, kini var, kendisini eleştirenlere karşı. Bu kinin yargıya yansıdığını görüyoruz. Bu bir gerçek. Mesela Selahattin Bey'in bazı söylemlerinden dolayı bir öç alma noktasına gittiklerini herkes söylüyor, herkes böyle düşünüyor. Bu doğru. Bunun yerel seçimlerle ilgisini kurmuyorum şahsen çünkü belliydi Diyarbakır'ı da, Batman'ı da, Van'ı da, Mardin'i de alacağımız. Sonuç olarak genel siyaset üzerinden yorumları yapmak lazım, yereller değil. Tabii yerellerde bizim başarısızlığımız üzerinde yapılan hesaplar var. Yani belediyelerin içi boşaltılmış, borçlandırılmış, bütün kredi imkânlarımız kesilmiş. Yani bizim başarısız olmamız için her şeye başvurmuşlar. Belediyeleri iş yapamayacak hale getirip bizi halkla karşı karşıya getirmeye çalışan bir mantık var. 'Bakın bunlar geldiler, bir şey yapamadılar', bunun mesajını vermek için. İleride bunu kullanacaklar. Bunu gündeme almışlar. Tabii bizim için önemli olan burada halk iradesinin ortaya çıkmasıdır. Elbette ki halkımıza hizmet etmek bizim için esastır. Biz yine de bütün imkânlarımızla halkımızla diyalog içinde olacağız. Halkımız da biliyor belediyenin ne hale getirildiğini ve bunun niçin yapıldığını çok iyi biliyor.
'DEMOKRASİ MÜCADELESİ VERİYORUZ'
Seçimlerden önce Kürt meselesinin demokratik yol ve yöntemlerle çözüleceğine dair ihtimaller gündeme gelmişti. Aralarında sizin de bulunduğunuz Kürt siyasetçiler Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kürtler ile bir diyalog geliştirmesi gerektiğini vurguladı. Ancak seçimler bitti, arada başka gelişmeler oldu ve sonunda Kobanê Davası'nda verilen cezalar ile karşılaştık. Bu cezalar, "çözüm süreci" benzeri bir gelişmenin önünü tıkayan bir hamle oldu, diyebilir miyiz?
Türkiye'nin normalleşmesi konusunda her türlü çabanın içinde olacağız, demokratik bir gelecek için mücadele ediyoruz. Halkların demokratik değerlerde buluşması için mücadele ediyoruz. Biz bunun için varız. Adaletin, eşitliğin olduğu, herkesin kendi kimliğiyle, kültürüyle kendisini ifade edebileceği bir sürecin önünü açmanın mücadelesini veriyoruz. Bizim hedefimiz bu. Tabi ki cezalandırmalar, ötekileştirme politikaları durumun hangi boyuta geldiğini çok açık bir şekilde gösteriyor. Elbette ki bundan dolayı Kürtlerde bir rahatsızlık var. Vicdan sahibi olan insanlarda bir rahatsızlık var. Ama şuna da inanıyoruz. Bu yürütülen siyasetin Türkiye'nin lehinde olmadığını, bu siyasetin aslında Türkiye'yi daha da küçülttüğünü, uluslararası alanda da Türkiye içinde de gücünü ortadan kaldırdığını, inandırıcılığını ortadan kaldırdığını ifade ediyoruz, görüyoruz. Ve bunun böyle gitmeyeceğini düşünüyoruz. Bunun için demokrasi mücadelesini güçlü bir şekilde yapmamız lazım. Yürütülen siyasetin bütün halklara zarar verdiğini doğru bir şekilde ifade etmek lazım ve halklarımızı ikna etmek gibi bir sorumluluğumuz var. Ne kadar sertleşirse sertleşsinler, bunun böyle gitmeyeceğine, bir gün demokratik, kucaklayıcı bir siyasetin ortaya çıkacağına inanıyoruz ve bunun mücadelesini veriyoruz. Bu topraklarda yaşayan bütün halklar kucaklaştığı zaman Türkiye, Ortadoğu'da da dünyada da saygın bir noktaya gelir, daha güçlü bir hale gelir. Bugün yürütülen siyasetin yanlışlığını çok güçlü bir şekilde dile getirmemiz gerekiyor. Onlar farklı düşünebilir. Zaten her zaman da öyle olmuş. Kürtleri kendileri için hep potansiyel tehlike görmüşler. Bunun için hep sindirmeye, susturmaya yönelik politikalar izlenmiş. Ama bunun böyle olmadığını, gerçeği biz Kürtler görüyoruz.

Cumhurbaşkanı'ndan önce danışmanı açıklama yaptı Kobanê Davası'nda verilen cezalarla ilgili. Cezalarla ilgili epey hoşnut olduğunu gösteren ifadeler yer alıyordu açıklamada. Sonra Cumhurbaşkanı'ndan da cezaları onaylayan açıklama geldi. Bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yani yargının tarafsız, bağımsız olduğunu söyleyeceksiniz ama bütün konuşmalarınızda yargıya mesaj göndereceksiniz. Yargının hukuksuzca aldığı kararlar etrafında açıklamalar yapacaksınız. Ondan sonra işte Türkiye'de biz adil bir yönetim anlayışıyla bu ülkeyi yönetiyoruz diyeceksiniz. Bu şekilde kimseyi inandıramazsınız. Daha dava bitmeden, daha cezaların bir kısmı okunmadan açıklamaların yapılması, hukuka ve adalete ne kadar saygılı olduklarının bir göstergesidir. Bunun üzerine çok fazla yoruma da gerek yok.
'ÖFKEMİZİ ÖRGÜTLÜ BİR ŞEKİLDE GÖSTERMELİYİZ'
Kobanê Davası'nda verilen cezalar insanların moralini bozdu ve bir öfkeye neden oldu. Sizin savunduğunuz demokrasi, eşitlik, barış mücadelesini nasıl etkileyecek? Verdiğiniz mücadeleyi öfkeli halka anlatmakta zorluk çekmeyecek misiniz?

Halkımız yürütülen siyasete öfkeli olduğunu tavırlarıyla çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. 31 Mart seçimlerinde kayyım uygulamasına karşı iradesini ortaya koydu. Bugün de Kobanê Davası'nda alınan kararlardan dolayı haksız cezalandırma karşısında öfkesini göstermesi doğal bir şey. Aslında daha örgütlü bir şekilde bu öfkeyi dile getirmek lazım. Zaten bundan korktukları için 4 gün boyunca kapalı yerlerde bile toplantıları yasakladılar. Ama biz öfkeyle hareket etmenin doğru olmadığına inanıyoruz. Örgütlü bir şekilde haklı, demokratik bir mücadeleyi güçlendirerek öfkemizi ortaya koymamız lazım. Verilen kararların halka verilen ceza olduğunu, bunun yanlış olduğunu, bunun karşısında olduğunu demokratik tepkileriyle ortaya koyması gerekir diye düşünüyorum. Yani sonuçta demokratik siyasetin içindeyiz ve demokratik bir mücadele yürütüyoruz. Demokratik bir gelecek için mücadele eden insanların cezalandırılmasının haksızlığına güçlü bir şekilde, demokratik bir şekilde tepkilerini ortaya koyması elbette ki beklentimizdir. Siyasetçilerin, demokratların beklentisidir. Bakınız Diyarbakır mitinginde, artık IŞİD mi, karanlık güçler mi, bomba patlattılar, 4 kişi öldü. Selahattin Demirtaş geçen günde bunu dile getirdi, miting alanında herkese 'provokasyona gelmeyin, sakin olun' dedi. Demokratik siyaset yapıyoruz, demokratik bir anlayışla muhalefetimizi, sesimizi yükseltmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Kobanê Davası'nı CHP'li bir heyet izledi. Diyarbakır Dağkapı'da yapılan protesto eylemine, daha önce Van'daki eylemlere de katılan Erkan Baş da katıldı. Bu, Kürtler bu kez yalnız değil anlamına mı geliyor?

Partimizin bu konuda çalışmaları var. Türkiye'deki sol demokrasi güçleriyle yakın bir diyalog ve dayanışma içinde bu işi sürdürüyoruz. Bizim Türkiye demokrasi güçlerine ihtiyacımız var. Onlarla birlikte demokratik bir geleceği inşa etmek için birlikte mücadele etmemiz lazım. Başında ifade ettiğim gibi, mesele sadece Kürtlerin sorunu olmaktan çıkmış, Türkiye'nin demokratikleşme sorununa dönüşmüş. Kürt meselenin önemini asla ve asla küçümsemiyoruz. Ama geldiğimiz noktada ortak mücadeleyle demokratik bir gelecek için doğru bir dayanışmayı göstermemiz gerekiyor. Çünkü ezilen halklar olarak mücadelemizi bütünleştirmemiz, tepkilerimizi ortaklaştırmamız, dayanışmayı büyütmemiz lazım. Farklı farklı siyasi partiler bir araya gelebiliriz. Herkesi bir partinin çatısı altında toplama gibi ne bir düşüncemiz ne bir niyetimiz var. Ama demokrasiye inananlar, demokratik bir gelecek için emek sarf edenler yan yana gelmek zorundadır. Bu mücadeleyi ortaklaştırmak ve büyütmek gibi bir sorumlulukla karşı karşıyayız.

'KUCAKLAYICI BİR SİYASET ÇOK ŞEYİ DEĞİŞTİRİR'
Yumuşamadan söz ediliyor ancak ortamın, insanların gergin olduğu hissediliyor. Seçimler bitti ama gerginlik belediyelere yeniden kayyım atanır mı, sorusuyla devam ediyor. Bu gerginlik nasıl giderilebilir?

Tabii ki burada yürütülen yanlış bir siyaset var. Kürtlerden asla bir devlete bir zarar gelmez. Eğer adil, eşit bir yaklaşım gösterirlerse gelmez. Bugün bu politikayı değiştirmeleri şart. Kürt karşıtı bir siyasetin etrafında buluşmaları Türkiye'ye zarar veriyor. Bu siyasetin değiştirilmesi gerekiyor. Ben parti adına konuşmuyorum, bireysel olarak düşüncelerimi söylüyorum. Kucaklayıcı bir siyaset olursa ben çok şeyin değişeceğine inanıyorum. Türkiye'nin de korkularından kendini arındırması lazım. Şuradan bana zarar gelecek, şöyle olacak. Öyle değil, ben tam tersini düşünüyorum. Kucaklayıcı bir siyaset her zaman bütün sorunları çözer diye düşünüyorum.

'KÜRT MESELESİ 3-5 GENERALİN MESELESİNDEN DAHA BÜYÜKTÜR'
Normalleşme için bir yandan CHP ile görüşüp komutanları serbest bırakmak diğer yandan Kürt siyasetçilerine 400 yıl ceza verilmesini alkışlamak moral bozucu değil mi?
Tabii ki. Bu verilen kararın biraz önce tartışmasını yaptık Ama 82-85 yaşına gelmiş o insanların bırakılmasına da karşı değilim. Fakat farklı iki politikanın uygulanması doğru değil. Yani birileri için darbe yapacaklar, darbe yaptılar, darbeye hazırlık yapıyorlar diyeceksiniz ve uzun yıllar hapiste tuttuktan sonra serbest bırakacaksınız. Diğer tarafta Kürt siyasetçilerini cezalandırmak için her türlü yönteme başvuracaksınız. Elbette ki bu ağır bir darbedir. Ötekileştiren bir politikadır. Emekli olmuş 3-5 generalin meselesinden daha büyüktür Kürt meselesi. Kürt meselesinin çözümü demokratik bir Türkiye'nin geleceği için önemlidir. Bunu görmeleri gerekir artık. Yani 5-10 general içeride olsa ne olacak, dışarıda olsa ne olur? Değişen bir şey olmaz. Ama bugün 6-7 milyon oy alan bir siyasetin aktörlerini bu kadar büyük cezalarla cezalandırırsanız elbette ki Türkiye'de istediğimiz demokratik bir gelecek konusunda hem inancımız sarsılır hem insanların güveni sarsılır. Güveni kalmaz bu devlete, bu anlayışa, bu iktidara. Bunun için her şeyi yeniden gözden geçirmemiz lazım. Hepimizin kendimizi yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Yani normalleşmenin, yumuşamanın yolunu yöntemini diyalogla bulmamız ve çözmemiz gerekiyor. Hepimizin ikna edici olması lazım. Gelecekle ilgili demokratik projelerimizin yaşama geçmesi için hepimiz gerekirse bedel öderiz. Demokratik gelecek için daha temkinli, daha ılımlı bir siyaseti izlemek gibi bir sorumluluk düşüyor hepimize.
'ÖCALAN SİYASETÇİLERLE DE GÖRÜŞEBİLMELİ'
Normalleşme için insanların bir gözü de İmralı'da. Yani eğer Abdullah Öcalan ile ailesi ya da avukatları görüşebilirse bunun normalleşme için bir adım olacağı düşünülüyor.

Şimdi eğer milyonlarca insan Sayın Öcalan'ı merak ediyorsa birilerinin de bu merakı gidermesi gerekir, ona göre adım atması gerekir diye düşünüyorum. Şimdi yumuşama diyoruz, demokrasi diyoruz ya, bir insanın hukuki haklarını gasbetmekle olmaz bunlar. Tabii ki Sayın Öcalan'ın hem avukatları hem ailesi hem de siyasetçilerle görüşebilmesi gerekiyor. Bu görüşmenin Türkiye demokrasinin önünü açacağına, Kürt meselesinin çözümüne imkan sağlayacağına inanıyorum.
Siz deneyimli bir siyasetçisiniz, mutlaka umutsuz değilsinizdir. Ama ufukta, Kürt halkının umutlu olması için bir şey görünüyor mu?

Gecenin en karanlık saatinden sonra bir aydınlık geliyor. Yani biz bu inancımızı hep muhafaza ediyoruz. Buna inanmamız ve bunun için çaba sarf etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.

'DEDAŞ'IN ÖNÜNDE EYLEM YAPARIZ'
Birkaç gün önce DEDAŞ borcundan dolayı MARSU'nun suyunu kesti. Bu durumu nasıl izah edersiniz?
Belediye 8 yıldır kayyımla yönetiliyor ve DEDAŞ'ın faiziyle birlikte, 600 milyon civarında bir alacağı birikmiş. Seçildiğimizin üçüncü günü sekreterleri arıyorlar, borcunuzdan dolayı elektriklerinizi keseceğiz diye. Sonuçta bir diyaloğa girdik. Dedik, daha üç beş gündür geldik, bu kadar zaman beklediniz, şimdi aceleniz nedir? 3 milyon yatırdık ve borcun ödenmesi için zaman istedik. Gitmişler elektriği kesmişler. Bu Mardin'i susuz bırakmak anlamına geliyor. Dedik ki bize fırsat vermiyorsunuz. Biz elbette ki imkanlarımız nispetinde ödeme yaparız. Ama gelin bakın, bütçede bir kuruş yok. Sonuçta halkın tepkisi olmasın, isyanı olmasın diye 10 milyon daha verdik. Ama bu da yetmeyecek. Yarın yine aynı şekilde olacak. Şimdi bu borç bizim de değil. Borçlanan biz değiliz. Kayyım dönemine ait bir borç ama fatura bize çıkarılıyor. Peki 8 yıldır kayyımdan niye bu parayı almadınız? Burada belediyemizi cezalandırırken halkı cezalandırmaya çalışan bir anlayışla karşı karşıyayız. Şimdiden söylüyorum. Eğer DEDAŞ bunu yapmaya devam ederse DEDAŞ'ın binalarının etrafını saracağız. Halkımızı susuz bırakan bir anlayışa karşı sessiz kalmayacağız, bunun faturası ne olursa olsun. Polis mi müdahale eder, vali mi müdahale eder? Etsinler. Kendilerinin yaptığı borçlanmanın faturasını bize çıkardıkları zaman asla kabul etmeyeceğiz.
İmkanımız olsa o borç kayyımdan kalsa bile ödemek gibi bir zorunluluğumuz var. Biz bunu inkar etmiyoruz ama yok, imkanlarımız yok. Deniz Bank'tan kredi almışlar, Vakıf Bank'tan kredi almışlar, Ziraat Bankası'ndan kredi almışlar, belediyeyi istediği gibi borçlandırmışlar. Yani bizim şu anda kredi alma imkanımız da kalmadı. Şimdi bankaların borçlarını ödüyoruz. Esas mesele aldıkları kredilerin nerelere gittiği. Bunu da bir hafta içinde açıklayacağız. Belediye bir iş yapmak üzere borçlanabilir ama o iş de somut olmalı, görülebilmelidir.
'BU BORÇLA YENİ BİR ŞEHİR KURARIM'
Belediyenin ne kadar borcu var?

5 milyar 400 milyon bir borcu var belediyenin. Bana 5 milyar 400 milyonu verin yeni bir şehir kurarım. Ama şimdi gidin Mardin'e bakın, belediye 5 milyar 400 milyon borçlanmış da ne yapmışlar? Gözle görülür ne yapmışlar? Başıboş bir şehir kurmuşlar Yenişehir'de. İstediğine istediği şekilde imarı vermişler. Bu şehrin güzelliğini ortadan kaldırmışlar. İddia ediyorum, bana 5 milyar para versinler burada yepyeni bir şehir kuracağım. Türkiye'nin en güzel şehrine dönüştüreceğim Mardin'i.

'IŞIKLI TABELA BİLE VALİLİĞE DEVREDİLDİ'
Bir de belediyenin birçok kurumu işlevsiz bırakıldı ve binalar başka kurumlara devredildi. Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Röportajımız farklı bir yöne geldi. Bizim dertlerimizi açtınız. Şimdi bir bahçemiz var, dünyanın masrafını ederek orayı oluşturduk. Voleybol, basketbol, futbol sahası, yüzme havuzu, düğün salonu, piknik alanı olan parkı Gençlik Spor'a devrettiler. İki tane binamızı Milli Emlak'a devrettiler. Devredilmeyecek şeyler var, mesela otoparkın bahçesini valiliğe devrettiler. Gençlik Parkı'nın içinde yaptığımız sözleşmeye göre hiçbir yapı yapılmayacaktı burada. Ama kayyım oraya iki tane restoran açtı, kahve açtı parkın içinde. Birilerine peşkeş çektirdi. Böyle görüyoruz. Bir ışıklı tabela var, parkın içinde belediyenin çalışmalarını halka anlatan, duyuran. Onu bile valiliğe devretmiş. Akıl almaz bir şey. Bir ışıklı tabelayı bile valiliğe devredebiliyor. Şimdi bu nasıl bir hukuk? Nasıl bir anlayış? Bu belediye halkın. Vali ile belediyenin halka hizmet için dayanışma içinde olması lazım ama burada selam yok, sabah yok. Belediye başkanları ile görüşmeyi bile kabul etmiyor vali. Ondan sonra işte efendim bu ülkede biz demokrasiyi gerçekleştireceğiz. Biz işte Türkiye'de herkesi kucaklayacağız, diyeceksiniz. Buna kimse inanmaz.

'BAŞKANIN ODASI HÜCRE GİBİ'
Şimdi belediyenin önü tamamen kapanmış gibi görünüyor aslında. Siz bu engelleri aşarak halka nasıl hizmet ulaştıracaksınız?

Bakın belediyenin binası yok. Kaldığımız yeri görüyorsunuz. Yani cezaevi hücresinden farklı değil bizim belediye başkanının odası. Görüyorsunuz. Yani belediye başkanının odası yok. Hücreye benzer bir şey. İlk seçildiğimizde belediye binası bulamıyorduk. Köy Hizmetleri'nden devredilen binalara yerleştik. Bir belediye binasını yapacak imkanımız yok. Eldeki imkanları da belediye binasına yatırmaktansa halka hizmet için kullandık. Ve işte halen binamız yok. Aslında projeyi de hazırlamıştık. Ama yapmadık çünkü elimizde paramız yok, olan parayla köylünün içme suyunu, köylünün yolunu yapmanın daha doğru, daha vicdanlı olduğunu düşündük. Bu yüzden Maliye Bakanlığı'nın ve İller Bankası'nın da yeni büyükşehir olmuş Mardin için farklı bir uygulama göstermesi gerekiyor. Yeni büyükşehir olmuş belediyenin ihtiyacı fazla olur. O ihtiyacı karşılaması gerekiyordu. Ama maalesef dediğim gibi bu konuda hiçbir destek olmadı. Hatta biz bir ara belediye binamız olmadığı için, valiliğin karşısında bir arsa vardı, dedik orada çadır kuralım büyükşehir belediyesi diye. Ama sonra arkadaşlarımız bu şovence bir şey olur dediler. Vazgeçtik. Böyle düşünüyorduk. Çünkü yerimiz yoktu. Keşke yapsaydık o zaman.

Kaynak: Duvar