Annesi Sare Kürt, babası Arif Türkmen’di. Melezdi; iki halkın güzel özelliklerini kişiliğinde birleştirmişti…
Pir Sultan, Yunus Emre, Dadaloğlu ve Karacaoğlan’la birlikte Ahmede Xani, Fekiyé Teyran ve Rüstem’e Zal’i de yüreğine işlemiş, çok dilli, çok dinli, çok kimlikli ve çok kültürlü Anadolu ve Mezopotamya topraklarının bereketinden beslenmişti…
Melezdi ancak, kendini Kürt hisseder, ‘Kürt hançeri’yim derdi.
Gerçekte o, sevda yanı derin, kavga yanı keskin bir hançerdi…
Hayatı boyunca karşılaştığı her türlü zorluga yiğitçe göğüs germiş, şartlar ne olursa olsun dürüstlükten asla taviz vermemiş, zorbanın karşısında boyun eğmemiş, şana, şöhrete ve maddiyata pirim vermemiş, onurun bayrağını hep yükseklerde gezdirmiş bir yüce değerdi…
Kürt halkının çilesini yüreğinde hisseden,Türkçeyi de en iyi kullanan şairlerden biriydi…
Ancak, Türkçe yazsa da dizeleriyle Kürt aydınlanmasına can verdi.
Onun şiirleri miting meydanlarından dağların doruklarına, işkence odalarından mahpus damlarına kadar zulme karşı direnen herkese güç ve moral verdi.
“Terk etmedin sevdan beni” zindanlarda, “33 Kurşun” meydanlarda, “vur” dağ başlarında söylendi…
O ömrünü şiire vermiş, şiirleriye halkının haklı kavgasıyla bütünleşmişti.
Onun şiiri için çok şey yazılıp söylendi.
Ancak en doğru değerlendirme de onu yakından tanıyan dostu Cemal Süreya’dan geldi.
Süreya, Ahmed Arif’in şiiri için, “türkü söylerek çarpışan, yaralıyken de arkadaşları için tarih özeti çıkaran, buna felsefe ve inat katan gerillanın şiiridir ” dedi.
Ahmed Arif öfkeli ancak, bir o kadar ince ve yufka yürekliydi.
Ne acı ki erken doğumdan dolayı peş peşe ölen oğulları yüzünden yufka gibi ince yüreği daha bir incelmiş, koptu kopacak hale gelmişti…
*
1990 yılı Ağustos ayında Serhat Bucak Ağabey’le onu Ankara’daki evinde ziyaret ettik.
Haftalık Yeni Ülke gazetesinin hazırlık çalışmalarını yapıyorduk. Gazetemize destek olmasını istedik.
Onun “33 Kurşun” şiirinden yola çıkarak yazdığım Yas Tutan Tarih /33 Kurşun kitabımı götürmüştüm.
Kitabı alırken gülümsedi ve eşi; Aynur ablayı işaret ederek‚ “bunu hanımla birlikte okuduk, hem okuduk hem ağladık” dedi.
“33 Kurşun” şiiri yüzünden başına gelmeyen kalmamış.
Bir keresinde gözaltına alınmış. İşkence odasında polis şefi şiiri uzatıp ‘oku bakalım’ demiş ama, o okumamış.
Okumadığı için hayalarını elektrik kablosuyla sıkı sıkı bağlayıp saatlerce vurmuşlar.
“Kan işedim ama inat ettim, okumadım” dedi.
İşkence sonucu komaya girmiş. Komadayken boş bir araziye atmışlar. Onu orada bir kadın bulmuş, hayatı bu sayede kurtulmuş.
Gazeteye destek olacağını söyledi.
“Evlerinin Önü Hüzün” adlı makalesini de çıkarıp verdi.
Ne ki onun özgürlük mücadelesiyle birlikte hareket etmesi birilerini rahatsız etti. Bunların uğursuz çabaları yüzünden gazeteye katkısı uzun sürmedi.
Amed Arif’le ölümden birkaç hafta önce bu kez İstanbul’da biraraya geldik.
Aynur ablayla birlikte dostlarını görmeye gelmişti.
Öleceği içine doğmuş gibi İstanbul’daki dostlarını tek tek ziyaret etti ve geri gitti.
Son geldiğinde uzun, bazen keyifli bazen de hüzünlü geçen bir gece geçirdik.
İstanbul’dan Ankara’ya geri gitti ve çok geçmeden ölüm haberi geldi…
*
Aradan uzun yıllar geçti ama meydanlardan, zindanlardan ve dağlardan hâlâ onun sesi geliyor.
Eskisinden farklı olarak bu kez anadilinde; Kürtçe de sesleniyor;
“Min derguşan dayê Nuhê / Zenzelîkan cincolan/ Dîya te ya Havva tifila duhe ye/ Anatolya me ez tu min naz diki?”
Ruhu şad olsun…