Türkiye'deki mevcut siyasi partiler içerisinde HDP ile birlikte en çok beklenti içinde olunan bir diğer parti ise CHP'ydi. Özelikle, Deniz Baykal, Önder Sav, Birgül Ayman Güler gibi katı ulusalcı ekibin tasfiyesi sosyal demokrat çevrede ciddi bir beklenti oluşturdu.
Bu beklentiler doğrultusunda, Kılıçdaroğlu, Sezgin Tanrıkulu, Veli Ağbaba, Şenal Sarıhan, Mahmut Tanal, Fikri Sağlar, Zeynep Altıok, Özgür Özel gibi isimler de partinin yönetiminde yer aldı. Hatta Kılıçdaroğlu partinin genel başkanı da oldu. Beklentimiz elbetteki bu isimlerin sosyal demokrat bir devrim yapması değildi.
Beklenti, Türkiye'deki sert, milliyetçi, ulusalcı ve yobaz sisteme karşı biraz olsun direnmeleri ve demokrat kesimlerin yanında yer almalarıydı. En çok da AKP'nin sert saldırgan tavrına karşı bir defans bekleniyordu.
Evet, hep dili geçmiş zaman kullanıyorum, çünkü bütün beklentiler boşa çıkarıldı. Hatta sert ulusalcı kanat, 'laiklik' kaygısıyla AKP'ye karşı daha güçlü bir muhalefet ortaya koyuyordu. Bu kadar çok CHP'yi eleştirmemin en önemli sebeplerinin başında da bu konuda kendilerine güvenenleri boşa çıkarmaları geliyor.
AKP, ne zaman sıkıntıya girse Kılıçdaroğlu'nun CHP'si ilk imdada koşan oluyor. Almanya ve Hollanda ile yaşanan kriz, Suriye ve Irak'ta yaşanan operasyonlar ve Kılıçdaroğlu CHP'sinin tezkerelere 'evet' demesi, Milletvekili dokunulmazlıkları konusu, HDP'li vekillerin tutuklanması, DBP'li belediyelere kayyum atanması konularında hep AKP'nin yanında yer aldılar.
En büyük kırılmalar ise 15 Temmuz sonrası yaşanan gelişmeler, OHAL'in ilan edilmesi ve Referandum'un hemen ardından takındıkları tutum oldu.
CHP ve Kılıçdaroğlu'nun bu ülkede bulunan halklara hiçbir fayda getirmeyeceği çok net bir şekilde anlaşıldı. Bu netliğin son halkasını ise AKP'li belediye başkanlarının istifaya zorlanmasından sonra CHP'nin tutunduğu tavır oluşturuyor.
Başbakan Binali Yıldırım, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile 17 Ekim'de Mecliste bir araya geldi. Görüşme yaklaşık 1,5 saat sürdü. Bu görüşme öncesi 22 Eylül'de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş istifa etmiş, Ankara, Bursa, Balıkesir gibi kentlerin belediye başkanları da istifa ettirilmek üzereydi. Yıldırım ve Kılıçdaroğlu görüşme sonrası kısa açıklama yaptı.
CHP Lideri, "Sayın Başbakan Türkiye'nin iş ve dış meselelerine ilişkin bilgi verdi" dedi. Yıldırım da hem iç hem dış gündeme ilişkin konuları konuştuklarını söylediler.
İç görüşme AKP'li Belediye Başkanları'nın istifalarını oluşturuyordu, dış görüşme ise 2 gün öncesinde yani 15 Ekim'de Irak ordusu ile Heşdi Şabi'nin Kerkük'e başlattığı operasyon ve sonrasını ilgilendiriyordu. Görüşmelerde yine Kılıçdaroğlu'dan tam destek sözü almışlardı. Ve konuşmaması konusunda da yaptıkları tembih Kılıçdaroğlu'nun kulaklarında küpe olarak duruyordu.
CHP'li Tezcan, "Parti olarak istifa eden AKP'li Belediye Başkanları'nın yerine belediye meclislerinde aday göstermeyeceğiz" dedi. Bu açıklamayı CHP 25 Ekim'de yaptı. Yani Kılıçdaroğlu ile Yıldırım arasında yapılan görüşmeden tam bir hafta sonra. Gökçek'in de 3 gün sonra istifa edeceğini açıkladığı tarih. Yani, sevgili okur, CHP, hafızamızın çok düşük olduğunu varsayarak, aradan Kılıçdaroğlu-Yıldırım görüşmesinden bir hafta sonra artık bu görüşmeyi unuttuğumuzu sanıp çok enteresan bir açıklama yaptı.
CHP'li Tezcan'ın AKP'de istifa ettirilen belediye başkanlarının yerine aday göstermeyeceklerini söylemesi dünya siyaset tarihinde bir örneği daha olmayan ilginç bir açıklamadır.
Çünkü, AKP'li istifa ettirilen belediye başkanlarının yerine yeniden seçime girip aday göstermeleri durumunda AKP çok zora girecekti. Melih Gökçek, Kadir Topbaş, Recep Aktepe, Edip Uğur gibi isimler, öyle sıradan isimler değildi, 10 yıllardır belediye başkanlıkları yapan, belediye meclis üyelerinin birçoğunu da kendileri seçen kişilerdi.
Yani eğer CHP, belediye meclislerinde yeniden yapılacak seçimlerde aday bıraksaydı, kazanma ihtimali çok yüksekti. Çünkü hem CHP'li belediye meclis üyeleri vardı, hem de artık AKP'ye muhalif ve istifa ettirilen belediye başkanlarının belediye meclis üyeleri vardı.
Bu dinamikler değerlendirildiğinde AKP 3-4 büyükşehir'de belediye başkanlıklarını kaybedebilirdi yani CHP kazanabilirdi.
Ama Sayın Kılıçdaroğlu ve CHP bunu tercih etmedi. Hem siyasi rakibini ciddi bir kaostan kurtardı hem de 3-4 büyükşehir'de belediye başkanlıklarını kazanma ihtimalini elinin tersi ile itti. CHP'nin bu tavrı çok mu demokratik derseniz, bence 'zır cehalet'.
Ortada demokratik bir tutum yok. Bu belediye başkanları demokratik bir yolla gitmemiş. Onun için CHP'nin böyle bir yolla girmesi ve yalandan "Erken seçim istiyoruz" söylemi ile zihinleri bulandırmaya çalışması tarihte asla unutulmayacaktır.
Şimdi Binali Yıldırım ile Kılıçdaroğlu arasında yapılan görüşmenin "İç meselesi" az çok anlaşılmış oldu. Muhtemelen Kılıçdaroğlu'na bazı şeyler söylediler, bu "bazı şeyler'in" ne olduğunu az çok siz tahmin ediyorsunuz. "Seçimlere girmemeniz daha makul olur" diye bir seçenek sundular. Bizim Gandhi Kemal de hiç düşünmeden kabul etti. Bunu CHP içinde sorgulayan hiçkimse de çıkmadı. Belki de sorgulayacak tek isim Deniz Baykal'dı ama o da halla yoğun bakımda bulunuyor!
Dış meseleler konusuna gelince...
Reza Zarrab, ABD, Rusya, AB'de yaşananları Kılıçdaroğlu ile konuşmazlar. Yine Kürtler ile ilgili konuları konuştular. "Milli birlik beraberlik, kardeşlik, ülke güvenliği, beka sorunu" gibi kavramlarla Irak Kürdistan Bölgesi'nde yapılan referandum ve PKK'ye karşı mücadelede tam destek istediler. Kılıçdaroğlu ve CHP o konuda da tam destek verdi çayını içti ve çıktı.
Bu konunun tezahürü de 2 gün önce CHP'nin Grup Başkanvekili Engin Altay'da belirdi.
Altay, Mecliste ‘diktatör’ tartışmalarının yaşandığı anlarda söz alarak AK Parti’li Bülent Turan'a verdiği cevapta "Bu ülkenin Cumhurbaşkanını ne dış odaklara ne de darbecilere yedirmeyiz," ifadelerini kullandı.
Görüşmenin bana göre konuşulan "iç ve dış meselelerin" bütün esasını bunlar oluşturuyor.
Ha siz halla o başlıktaki 9 farkı saymamı mı bekliyorsunuz!