Emeğin sömürüsüne dayalı gelişen kapitalizm son üç yüz yılda, toplumsal değerleri ve demokrasiyi alabildiğince kullandı. Ulus devleti aracı yaparak, kendisini, demokrasinin, özgürlüklerin, insan haklarının savunucusu göstererek ve dahası, kendisini vatansever ve milliyetçi hatta yerine göre dindar göstererek kitleleri müthiş etkilerler. Bu etkilemede başarılı olmalılar ki, birkaç yüz yıldır var olabildiler, paranın kudretini ve tek güç olduğunu ve parayı tapılacak bir put haline getirdiler. Köleci ve feodal sistemlerde, topluma, Allah için çalışıyorsunuz derlerdi. Kapitalizmde ise, topluma, vatan için çalışıyorsunuz diyorlar. Ve bu üç sistemde de, toplum kandırılıyor ve yönetenler, saraylarda, köşklerde, yalılarda, villalarda şatafatlı bir hayat sürdürüyorlar. Gelişmiş ülkelerde kapitalizm, köleci ve feodal sistemlerde olduğu gibi, Allah ve din faktörünü kullanamaz. Çünkü kısmen de olsa, belli bir aydınlanma var. Ancak geri bırakılmış ülkelerde, toplumların dini ve inancı, politik bir argüman olarak hala kullanılıyor. Kapitalistlerin inandığı Allah, kapitalistlere para ve zenginlik veriyor, toplumsal çoğunluğu ise fakir bırakıp şükredin diyor. Oysaki KUR'AN, mülk Allah'ın dır diyor ve bütün kullarının, bu mülkten ihtiyaçları kadar alma hakları var diyor. Demek ki, geri bırakılmış ülkelerde kapitalistler, hala dinide kullanıyorlar. Türkiye'de, yüz bin cami ve imam, yoksullara şükrettirmek, kapitalizmi Allah'ın düzeni olarak göstermek için canla başla çalışıyorlar. Fakirler, çok şükür ki, açlıktan sürünüyoruz desinler öylemi? Fakirler, açlığa şükrederlerse öbür dünyada cennete gideceklermiş öylemi? KUR'AN'da hangi ayette fakirliğe şükredin yazıyor? Eğitimsiz bir toplumu kandırmak kolaydır. Allah, zenginleri çok sevdiği için zenginlere, şükredin demiyormuş.
Bundan dolayı, zenginlerin ihtiyaçları olmadığı halde, zenginlere daha çok servet veriyormuş. Allah, fakirlere düşman olduğu için, fakirlere sadece şükredin diyormuş öylemi? Hepsi kandırma ve yalandır. Allah'ın adını ve toplumun dinini kullanıp toplumu kandırıyorlar. Bundan daha büyük bir ahlaksızlık olmaz. Allah'ın adıyla insanları kandırma. Buna, Allah'a şirk koşma, ortak olma denir. Sakal bıraksınlar, şalvar giysinler, sarık taksınlar, bazı Arapça kelimeler ezberlesinler, çevrelerinede aynı kılıktan on kişi topladılarmı, al sana tarikat lideri, şeyh falan. Oturur bir masaya el etek öptürür ve para toplar. Türkiye'de din bu şekilde yaşanılıyor. Aziz Nesin'in dediği gibi, en kârlı iş dindir, müşteriside, eğitimsiz halktır. Yaşar Nuri Öztürk, Türkiye'nin en büyük sorunu dinciliktir diyordu. Yani din, Türkiye'de, 1980'den sonra, sermayenin desteği ve teşvikiyle korkunç bir şekilde kullanılıyor. Yoksullara şükrettirmek kapitalizmin varlığının devamı için şarttır. Müslüman ülkelerde sınıf ve emek mücadelesi gelişmesin ve sol fikirler gelişim göstermesin diye, NATO/Amerika, Avrupa emperyalizmi son yetmiş yılda, 80 milyar dolar para Müslüman ülkelere akıtmış, cami yapımı, şeriatçı ve cihatçı oluşumlar ve tarikatlar, cemaatler kurarak kaderci toplumlar oluşturdular. Bunun yanı sıra, seçimlerde kullanılıyor. Siyasal iktidar ve kişiler değişince al sana demokrasi diyorlar. Demokrasi sadece seçimlerde oy kullanmak olarak biliniyor ve sonrası kimsenin umrunda değil. Nede olsa yoksulluk Allah'ın kaderidir ve zenginlerede Allah vermiş, kimsede bunu sorgulayamaz. Ve bu böyle devam eder gider. Toplumun aydınlanması ve bilinçlenmesi istenmez. Çünkü aydın ve bilinçli toplum düşünür ve sorgular. Düşünen ve sorgulayan toplum, mevcut sömürü sistemini kabul etmez, her zaman farklı ve alternatif bir yaşam arayışında olur.
Tabi buda kapitalizmin varlığını tehlikeye koyar. Sermayenin devamı için, her yol mübah görülür. Emperyalist savaşlar, yapay öldürücü virüs ve hastalıklar hepsi kapitalizmin varlığının devamı için devrede tutulur, kullanılır. Başka türlü toplumu kontrol etmek zorlaşır. Kapitalizm kaba kuvvetten çok yalan, hile, kandırmak ve bilinç çarpıtmasıyla
toplumu kontrol eder. Bu yetersiz olursa, açık kaba faşizm devreye girer. Zaten vahşi kapitalizmde faşizm inceltilmiş olarak devrededir. Bir ülkede, binlerce insan, çok sayıda gazeteci siyasi düşüncelerinden dolayı hapisteyse, bunu nasıl yorumlamak gerekir? İşte seçimler, siyasi olarak toplumu demokrasi maskesi altında oyalamak ve kontrol etmek için yapılır. 1950'den beri, en az yüz defa seçimler oldu ama hep kaybeden halk oldu. Kapitalist düzen partileri halkın başına bela olmuş durumdalar. Kapitalist sınıfın, feodaliteye karşı zaferi, toplumsal değerler olan cumhuriyeti, özgürlüğü, demokrasiyi, insan haklarını savunmasıyla gerçekleşti. Demokrasi seçimsiz olmayacağına göre, her birkaç yılda seçimler olur ve halka, siz yönetimi belirlediniz denir ve toplum uyutulur. Toplum şunu söylemiyor, yönetenleri biz belirliyorsak gelir dağılımını neden biz belirlemiyoruz? demiyor. Madem yönetenleri halk seçiyor, bütçeyi ve ekonomiyi neden halk belirlemiyor? Kimin ne kadar maaş alacağını halk neden belirlemiyor? Halk, 11.000 ve 17.000 lirayla açlık sınırında yaşayacak ama halkın seçtikleri ise 100.000 ila 200.000 lira arasında maaş alacaklar, bu yetmiyor devletin arpalığından beslensinler, vurgunlar/soygunlar yapsınlar ve daha neler neler yapsınlar. Kapitalizm seçimleri ve toplumsal değerleri kullanmadan toplumun üzerinde hakimiyet kuramaz. Bundan dolayı bazı toplumsal değerleri, politik argüman olarak kullanmak burjuva sınıfı için olmazsa olmaz kabilindedir. Toplumun, gerçek demokrasi güçleri tarafından eğitilmesi ve kapitalist düzen partilerinin etki alanından çıkarılması ve gerçek demokrasinin kurulması için çok önemli olmaktadır. Kapitalizmde, seçimler masaldır, masal, ülkeyi esas yöneten perde arkasındaki güçler TÜSİAD ve benzeri ekonomik kuruluşlardır. Halk, emek ve sınıf bilincine sahip olmadan bunu anlayamaz. Öyleyse, toplumu emek ve sınıf mücadelesi konusunda eğitmek gerekiyor.