İlkini zalim ve barbarlar yaptı. İkincisi ise doğal afet diye yazdığımız çizdiğimiz. Kimine göre kader, kimine göre ihmal, kimine göre de ceza. Korkunç. Piyanist filminin son final sahnelerinden birini andıran binlerce sokak ve cadde. Enkazın altından seslerini duyurmaya çalışan binlercesi insan. Vb...
Kaderi ele alırsak, evet böyle bir ihtimal var. Yaradanın bize sunduğu bir ön hazırlık. Ama kabul edelim oda böyle bir sonu ön görmezdi. Size verdiklerimin, toplamı bu olmamalı diye de dipnot düşerdi, yaradan.
İhmal ‘in boyutu ise şöyle;
Bu aleni bir suçtur. Rant uğruna Roboski bombalandı, Mardin Derik ‘te ki düğün, Ceylan Önkol vb. Rant sadece inşaat sektörü ile bağdaşlaşacak bir etken değildir. Rant alınan vergidir. Eksik kullanılan malzemedir. İletişim kopukluğudur. Yalan söylemek, kandırmaktır. Erişimi zorlaşan özgürlüktür.Çocuk ve din istismarıdır. Keyfi bir şekilde hapsedilmiş kimsedir, rant. Çok merak ediyorum ama çok sert bir şekilde merak ediyorum. Depremin olduğu ilk günde. Kaç tane müteahhit, kaç tane belediye hortumcusu, rantçısı, kaç tane bürokrat, kaç tane yandaş mensup, kaç tane siyasi yalaka fraksiyonu yurt dışına kaçtı. Çevre ve şehircilik bakanlığında rüşvet alıp verenler yurt dışına kaçtı mı. İlçe belediyelerin bazı birimlerinden rüşvet ile izin alanlar, yurt dışına kaçtı mı? Bu yönetmeliğe imza atanlar, hala görev başında mı? Ve bunları bilip te konuşan kaç kişi evlerinden alındı. Dünyanın hangi ülkesinde şöyle bir yardım oluşumu meydana geldi. ( Gelen son yardımlar, kefen miş)
O kadar kepazelik, aymazlık varken, mağdur kadınlar, depremzede kadınlar hâlâ ped istemekten utanıyorlarmış. Yirmi yıl boyunca deprem yardımları çar cur edildi, heba olup, birilerinin mirası oldu. Peki, bu mirastan halka, bir tane bile çadır kalmadı mı hayır. İnsanlar bir çadırı da hak etmedi. Dedelerinin çarıkla kurtardıkları memlekete, çadır dâhi miras olarak bırakılmadı mı? Üzerine OHAL ihalesi getirildi. Afeti fırsata çevirme planı. AFAD “ biz sınıfta kaldık” derken aslında devlete atıfta bulundu. Birimlerin başına hatır gönül ile getirilen adamın hizmetin de ki işin sonu bu olur. Yirmi yıldır, hiç birimde hiç kimse layığıyla, liyakatiyle başa getirilmedi. Kümes hayvanlarını korumakla mükellef adam, hatır gönül ilesağlık bakanlığı bünyesinde bulunursa olacağı budur.
Afet oldu. Aradan on saat geçti. Birileri kendini Allah’ın yeryüzünde ki gölgesi zannedip, enkaz altında kalanların öldüğünü hesap etti. Aradan yetmiş iki saat geçti. İnsanlar canlı canlı toprağın altından çıkarken, kendini tanrının kılıcı zannedenler, korkunun ecel terlerini döküp, aramayı sıklaştırdılar. Çoğul profesyonel arama ancak dördüncü günde yapılmaya başlandı. Kürdün yardımını görmeyip, kürdün dilini eş geçip Peştuca yı ön görmek kadar, cahil kaldılar.İnsanlara beyaz kefeni çok görüp, mavi tulum, renkli mat poşetleri ve battaniyeleri uygun görüp dine yeni versiyon eklediler. Tıpkı depreme ayrılan paranın, diyanetine ayrılanından kat kat az olması gibi. Sivil inisiyatif, Sivil toplum örgütleri, halk oluşumu onların gözünde artık bir şirpençeden daha çok zararlı. Montun küçüğü için kızanlar, mont için ağlayanların göz pınarlarından boğulacaklar. Üç gündür açız, sususuz ama yine de dilenmiyoruz. Sadece çadır istiyoruz diyenin, nefesinde boğuk boğuk boğulacaklar . Gelen yardımların çoğu şehir girişlerinde bekletilmekte olup, haber alma, izin alma uğraşıdalar. Azı ışık ile arama aşamasında olanlar. Telefon ışığıyla, molozlar arasında ses arayan. Yıkım parçasıyla yumruk yumruğa kavga eden. Ölmüşlerinizin ruhuna yardım diyen depremzede. Elleriyle betonu kazıyan. Gelen yardımları utana sıkıla kabul eden, depremzede.Kurtardığına göz yaşları döken, madenciler. Yakının cansız bedenini canhıraş bir şekilde poşete iliştiren. Evladının cansız bedenini saman çuvalına koyup, motosikletle taşıyan. Annesiz ve babasız kalan onlarca çocuk. Yollarda yağma konusu...Yirmi yıl boyunca insanlara eğitim vermediler. Depreme ayrılan bütçeyi, diyanete dağıttılar... Kurumu maliye ve eğitim bakanlığı zannedip iş görmez, göbeğine düşkünlere devrettiler.Yaralar elbette bir gün bir şekilde iyileşecek, elbirliğiyle bunun üstesinden de gelinecek ama canından olanlar hariç. Bu deprem binlerce insana ekmek ve hırs kapısı olacak. Çok değil üç ay sonra futbol ile, seyahat ile, bayram ile, kazanma hırsıyla bir şeyleri elde etme ile tüm bunlar unutulacak. Sadece tarihte yerini almış olacak. Gelecek on yıl içerisinde altı Şubat anması olacak hepsi o kadar. Rant yine devam edecek, çalma yağma yok etme yine devam edecek. Değişen hiç şey, hiç bir durum olmayacaktır. Tüm gerçekler veciz bir şekilde anlatılsa dâhi, yandaşlar çoğalacaktır. Yoksa bu ülkede birileri asla doymayacaktır.
Kaynak var mı? Var.
Donanım var mı? Var.
Personel var mı? Var.
Teknik personel var mı? Var.
Kurum var mı? Fazlasıyla bulunmakta.
Toplanmış deprem vergisi var mı? Milyonlarcası. Bu ülkede yaşanılan gerçek olamaz, kader olamaz, olacağı var di ki oldudiye tabirler kullanılamaz. Bu ülkede el birliğiyle bu hâle getirildi. Birlik olunup bu yaşanılan, yaşatıldı.
Öğretilmiş ahlak yok, gözü doymuşluğun sonu yok. Göbeği saman çuvalı gibi doldurmak var. Günlerce yazılıp çizilecek çok şey var. Bunlar varken toplum zaten hep düşecek, yerin dibinde kalacaktır. İşte ona rağmen asıl şimdi ne yapılması gerekiyor. Mekanizma nasıl onarılmalı. Bilimi bu kez ön plana alacaklar mı? Enkazın tamamı nasıl kaldırılacak ve akabinde ne olacak. İş makineleri gelip, altında kimse yok diyerek kepçe vurup, yerine yapılar mı? Yapacak, yoksa bölge uzun bir süreliğine sadece temizlenecek mi?
Oysa Mevlana şöyle demişti. “ Şems bana bir şey öğretti, dünya da biri üşüyorsa, sen ısınamazsın.”
Son olarak titrek sesiyle “ Çok üşüyorum baba” diyen çocuktan sonra bürokrasinin üzerine de kara bir çarşaf örülüp, tanınmaz hale gelindi. Ne başımızı koyacak yerimiz, ne de yas tutacak zamanımız kaldı.