Gazete Emek- İstanbul’da Çekmeköy Belediyesi'nin toplu açılış ve temel atma törenine, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Genel Başkan Yardımcıları Özgür Karabat, Gökan Zeybek, Volkan Demir ve Pınar Uzun Okakın, İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik ve Çekmeköy Belediye Başkanı Orhan Çerkez katıldı.
Törende konuşan Özgür Özel, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün annesinin ismini taşıyan Zübeyde Hanım Çocuk Bakım Evi’ni, iki yeni kreşi, kadın emeği pazarını, emekliler lokalini, doğal yaşam alanı ve hayvan barınağını ve Yaşar Doğu Parkı Sosyal Tesisleri’nin açılışını gerçekleştireceğiz” dedi. Özel, şunları söyledi:
“Cumhuriyet Halk Partili belediyelerimiz, bugün genel iktidarın yapmadığı ve yapamadığı, yetişemediği ya da tercih etmediği hizmetleri yapma noktasında halktan talep görüyorlar ve bu noktada çok önemli gayretler gösteriyorlar. Pandemide hem sağlık yönünden hem yine pandemide sosyal yardımlar yönünden adeta destan yazdılar. Ekonomik krizlerde, doğal afetlerde sosyal demokrat belediyeciliğin gereği olarak belediye başkanlarımız hep vatandaşın zor zamanda yanında oldu. Sosyal belediyecilik, sosyal eşitsizliklere müdahale etmeyi gerektirir. Bugün Türkiye’de maalesef yoksulluğun kabul edildiği ama yok edilmek yerine yönetilmesinin tercih edildiği bir sistem var. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak gelir adaletsizliğine itiraz ediyoruz. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu zengin ülkenin daha büyümesini, daha çok kazanmasını, daha çok üretmesini, artanı ve mevcut olanı adil paylaşmasını öneriyoruz. ‘Sen yoksulsun, yoksul kal. Biz seni ne oradan çıkarırız ne de tek başına bırakırız’ anlayışı, yoksulluğu yöneten anlayışı reddediyoruz. O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi belediyeleri gelecekteki Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına kadar yoksulluğu yok etmek üzere, sisteme en temelinden yapacağımız müdahaleye kadar, toplumun en zenginleri ile neredeyse fakirlerinin aynı vergileri ödediği, bugün vergilerin yüzde 69’unun dolaylı olarak toplandığı, yani sütten alındığı, ekmekten alındığı, mazottan alındığı, sudan, elektrikten alındığı, fabrikatör ile fabrikanın asgari ücretli bekçisinin aynı vergiyi ödediği ve bunun toplam verginin yüzde 69’u olduğunu bilelim.
''Yoksul, sosyal yardıma ihtiyaç duymadan yaşayacak''
Ayrıca bunun üstüne yüzde 20, yani maaşlardan alınan vergiler eklendiğinde yüzde 89 vergi hepimiz tarafından, maaştan kesilen ya da elektrik faturası ile ödenen, süt alınca ödenen, su alınca ödenen, çocuk bezine ödenen, ilaca ödenen vergiler toplam verginin yüzde 89’u. Geriye kalan yüzde 11 esas vergi vermesi gerekenlerin, kazananın kardan verdiği vergi. Bu işte bir yanlışlık yok mu? Bunu konuşmayacak mıyız? Buna itiraz etmeyecek miyiz? Bunu değiştirmeyecek miyiz? İşte bunları yaparsak o zaman Çekmeköy’deki yoksul, belediyenin sosyal yardımına ihtiyaç duymadan yaşayacak bir noktaya gelecek. Bunun altını özellikle çizmemiz lazım. Sosyal yardımlarla övüneceğiz, bir elin verdiğini öbür el görmeyecek. Komşusu açken kimse tok yatmayacak, hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek ama bunları şimdilik belediyeler, merkezi hükümet yerine yapacak ama günü gelince öyle sosyal yardımları 10 yıl içinde ortadan kaldıracak bir kalkınma programıyla, bir eşitlik programıyla, herkesin onuruyla çalıştığı, kazandığı, harcadığı; çalışmayanın devlet tarafından iş bulunamıyorsa yoksulluk çekmeden geçinecek bir işsizlik maaşı aldığı, yine de dezavantajlı durumdaysa onun da öyle bir lütuf olarak değil, anayasal bir hak olarak vatandaşlık maaşını, vatandaşlık gelirini aldığı bir sistemi kurmak, bu heyecanla iktidar olmak istiyoruz. Sosyal yardım meselesine de tam buradan bakıyoruz hep birlikte.
''Kreşin ücreti İstanbul’dakilerin onda biri''
Kreşin bir başka tarafı, önemi de şu. Bugün il başkanımızla geliyoruz. Konuştuk, dedi ki arkadaşlarımız, bilgi notuna baktım. Bu kreşte nasıl bir ücret tarifesi var? Dediler ki, ‘40 bin lira, yani ayda 4 bin lira’. Ben ilk duyduğumda şöyle bir baktım, danışman arkadaş uyardı, ‘İstanbul’da kreş yılda 400 bin lira. Ayda 40 bin lira, bu onda biri gibi sembolik bir fiyat’. Biz 17 bin lira gibi asgari ücret almış birinin İstanbul’da ev kirası ödemesini, tavsiyelere uyup üç hatta beş çocuk yapmasını, onları beslemesini, giydirmesini, büyütüp okula göndermesini istiyoruz. Bir tarafta bir çocuğun kreşine 400 bin lira alan bir sistem var. Belediyelerimizin bu yatırımları bu anlamda çok çok önemli ama 17 bin lira asgari ücretin olduğu yerde ev tutarsan aç kalırsın, karnını doyurursan sokakta kalırsın, çocuğu doğurursan aferin alırsın ama ne doyurursun ne de uygun bir eğitim verebilirsin. Bu düzene en temelinden hep birlikte müdahale etmemiz gerekiyor.
''Okullarda çocuklar suyu bedava içsin”
Bir gerçek var, okullar açıldı. 9 Eylül günü okullar açıldı. Ay bitti, ikinci aya girdik. Okullarda temizlik ve personel sorunu var. Okullarda çok büyük eşitsizliklerin yarattığı sosyal bir sorun var. Birincisi, Milli Eğitim Bakanımız demişti ki ‘Bütün okullarımız beş yıldızlı otel gibi’. Biz, okulda çocuklara bir öğün sıcak yemek verelim diyoruz. Seçimden önce ‘Biz de vereceğiz’ dediler. Seçimden sonra ‘Sadece okul öncesine’ dediler. Geçen sene eylülde onu da kaldırdılar. Bugün çocukların çok büyük bir kısmı 5 gün boyunca hiç kantin alışverişini yapmadan, üç çocuktan bir tanesi okula beslenme çantası götürmeden okula aç gidiyor, aç geliyor. Bugün okullarda bir şişe su, Anadolu’da 10 lira ve burada 15 liraya satılıyor. Geçtiğimiz günlerde Beyoğlu Belediye Başkanımız okullara sebil koymaya başladı. O koyduğu sebille büyük bir memnuniyetle karşılaştı. Biz bunu kurumsal olarak da bütün belediyelerimize öneriyoruz. Buradan da Orhan Çerkez’e söylüyorum. Buradaki okullarda, çocuklar çeşmeden su içebilecekleri güne, İstanbul’un suyunu o noktaya biz getirene kadar okullarda şişe suyu almasınlar, okullara sebil koyalım, bundan sonra Çekmeköy’deki bütün çocuklar kaliteli ve sağlıklı suyu bedavaya içsin. Söz mü başkanım? Çekmeköy’de bundan sonra okulda su Orhan Çerkez’den, belediyeden.
''Okulları temizleyelim, çocukları hastalıktan kurtaralım”
Tabii bunun gibi işleri belediye başkanlarımız, aslında görevleri olmayan işleri yapmaları lazım. Bunlardan bir tanesi de okulların temizliği. Bunun için sevgili Gökan Zeybek ile bir çalışma yaptık ve örgütlerimize bir yazı yolladık. Dedik ki, ‘973 ilçe, siyasi bir görüntü olmadan, yanınıza fotoğrafçı ve kameraman almadan, çocuk mahremiyetine saygı göstererek okulları ziyarete gidin. Heyetin başkanı il eğitim sekreteri olsun. Yüzde 99’u emekli öğretmen onların. Yanında eğitimciler olsun, müdürleri ziyaret edin. Okul aile birliğini ziyaret edin. İzin alın, çocuklar yokken teneffüste değilken tuvaletleri görün. Hijyen sorunu var mı, yok mu bakın. Bir eksiklik varsa, yardım isteniyorsa yardımı teklif edin. O okula bulunduğunuz belediyeyi ya da en yakındaki belediyeyi yönlendirin. Çok uzaktaysanız bize bilgi verin’. Bu ziyaretler başladı. Bir kısmı yansıyor, Mansur Başkan gidiyor, kapılarda kalıyor. İstanbul’da belediyelerimizde benzer şeyler yaşanıyor. İnanın, yaşananın onda biri yansıyor. Niye, çocuk mahremiyetine saygıdan, okulda siyaset yaparmış gibi itiş kakış olmasın diye. Kapılar açılıyor, giriyoruz, eksikleri görüyoruz, belediyeleri yönlendiriyoruz ama bakanlığın milli eğitime, milli eğitimin okul müdürlerine baskısıyla o günkü tavırla ertesi günkü tavır değişiyor. Buradan Sayın Bakana söylüyorum, ‘Bu yöntem ağrına gidiyorsa, bu yöntem zoruna gidiyorsa sen listeyi bize ver ya da talep isteyen listeyi benden iste. Akşam gelelim, karanlıkta gelelim, kamerasız gelelim, kimse gelmeden gelelim ama bu sabilerin okullarını temizleyelim, çocukları hastalıktan kurtaralım.
''Orta Vadeli Program’da çocuk yoksulluğu yok''
Türkiye’de her üç çocuktan biri yoksulluk çekiyor. Hükümet, çocuk yoksulluğunu azaltma konusunda son derece başarısız. İşin kötüsü bilgisiz, vizyonsuz ve hedefsiz. Yani hükümetin önünde halledilecek işler listesinde ‘çocuk yoksulluğu’ yazmıyor bile. Oysa geçtiğimiz günlerde Orta Vadeli Program’a dikkatle baktık, çocuk yoksulluğunu nasıl çözecek diye. Bu konuda yazılan bir tek kelime, konulan bir tek hedef, paylaşılan bir tek veri ve çözüme yönelik bir tek adım görmedik. Türkiye’de 2023 itibarıyla 7,6 milyon çocuk yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Çocuk yoksulluğu, yetişkin yoksulluğunu aşan ve ondan daha yüksek ölçülen bir mesele. Bütün dünyada da böyle, Türkiye’de de böyle. Yaklaşık 2 milyon çocuk derin yoksullukla karşı karşıya. Yani annesi doğurduktan sonra çocuk bezi alamadığı için altına poşet bağlayan, sütü yoksa süt alamadığı için gidip süt tozu alan, muhallebi yapan, eski sistemle şu anki çocuklara anne sütü yerine eğer süt hiç yoksa, varsa mutlaka bir yaşına kadar emmeli, anne sütünü ikame edecek tıbbi mamalar vermesi gerekirken bulursa süt veren, bulamıyorsa suyla, muhallebiyle, pirinç unuyla küçücük bebeğe öğün geçiştiren durumdalar. Çocuk yoksulluğunda Türkiye Avrupa’nın çocuk yoksulu en çok olan ülkesi ve aramızda Avrupa Birliği ülkeleriyle onlarca kat fark var.
''Düşecek dedikleri enflasyon yüzde 49''
Mehmet Şimşek, biraz şaka mı yapıyor, gerçek mi yapıyor bilinmeyen videolarla enflasyonla ilgilenmiyor. ‘Düşecek’ dedikleri enflasyon yüzde 49. Geçen ay 52’ydi. Bir sene öncesine göre, bu ay aslında enflasyon 3 puan arttı. Devletin rakamlarında, TÜİK’in rakamlarında enflasyon yüzde 3. Peki, geçen ay 51 iken nasıl 49’a düşüyor? ‘Baz etkisi’ dedikleri, geçen sene bu ay yüzde 5’se bu ay yüzde 3 olunca hesapta bu, yüzde 51’den 49’a düşüyor. Peki, enflasyon düşünce fiyat düşüyor mu, hayat ucuzluyor mu? Hayır. Neden? Çünkü enflasyon, fiyatın artış hızı demek. Enflasyon 51 olursa geçen geçen sene 100 lira olan mal, bugün 151 lira olur. 49 olduğunda 100 lira olan mal 149 lira olur. Enflasyonun geçen aya göre düşmesi, ‘Artış hızının azalması’ demek. Enflasyonun artış hızının azalması, fiyatların bırakın düşmesi ve durmasını, artışını sürdürmesine engel değil. O yüzden eğer siz enflasyonu sıfır yaparsanız etiketler sabit kalır. Eksi yaparsanız ancak o zaman enflasyon eksiye düştüğü zaman fiyatlarda düşüş olur.
''Avrupa Birliği’ne girmek için yargının bağımsız olması lazım''
Esas mesele, enflasyonu tek haneli rakamlara çekip, büyüme hızını artırıp, ülkenin gelirini yükseltip, bölüşüme müdahale edip yoksulların aldığı payı artırmakta, bir de ülkeyi büyüterek alım gücünü artırmaktan geçiyor. Alım gücünü artırma meselesinde daha önce de konuştum, önemli hedefimiz var. Tutması için 10 yıl iktidarda olmamız lazım. Hedefin çıpası, Avrupa Birliği’ne tam üyelik. Bu, hem Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Gelişmiş ülkeleri bulun, geçin’ hedefine uygun hem de Avrupa Birliği’ne girmek için yargı bağımsız olması lazım, al bunu koy cebine. Kuvvetler ayrılığı lazım, al bunu koy cebine. Hukukun üstünlüğü lazım, al bunu koy cebine. Hukuki ve ekonomik öngörülebilirlik lazım, al bunu koy cebine. Sırf bunları yapınca zaten girmesen de dünyanın parası koşuyor, Türkiye’ye geliyor. Diyor ki, ‘Bu ülke büyüyor, büyüyecek, güvenilir, yatırım yapılır. Bu ülkede fabrika açılır, para kazanılır, vergisi neyse verilir. İşçiye parası verilir’. Ülkenin parası dışarılara kaçmıyor, dolarlara kaçmıyor, yatırıma dönüyor, büyümeye başlıyorsunuz.
''Açlığa, işsizliğe asla mahkûm değiliz''
Bu Tayyip Bey, Recep Bey, Sayın Erdoğan; paradan altı sıfır atmıştı ya. Ne yaptı altı sıfır atınca? Altı sıfırı hem etiketlerden attı, iyi bir şey ama döndü, maaşlardan da attı. Biz Türkiye’yi 10 yıl yönetince, alım gücünü artırınca, Türkiye’yi büyütünce, günü gelip satın alma gücü 10 kat artınca biz de paradan bir sıfır atacağız. Öyle 6-6 berabere değil, ‘1-0 olsun, bizim olsun’ diyeceğiz. O bir sıfırı sadece fiyatlardan atacağız, bunu fiilen yapmayacağız. Şöyle düşünün, bugün aldığınız maaş aynı kalmış ama satın alma gücü 10 kat artmış ya da etiketler sabit kalmış, maaş 10 kat artmış. Mesele şu, dana kıymanın 65 lira olmasıdır, pirzolanın 80 lira olmasıdır, ekmeğin 1,5 lira olmasıdır. Halk Ekmek’te değil, fırında 1,5 lira olmasıdır. 600 liraya alınan çocuk bezinin 60 liraya inmesidir. Bunu böyle düşünün ve kalkınma hedefine böyle bakın. Hiçbirimiz yoksulluğa, açlığa, işsizliğe, güvencesizliğe asla ve asla mahkûm değiliz.
''Türkiye enflasyonda sadece Arjantin, Zimbabve, Etiyopya’yı geçebiliyor''
Dün açıklanan aylık yüzde 3 enflasyon 83 ülkeden fazla desem çok gelir değil mi? 83 ülkeden fazla ama 83 ülkenin yıllık enflasyonundan fazla. Dünyada yüzde 3’ün altında yıllık enflasyonu olan 83 ülke var. Türkiye’de aylık enflasyon yüzde 3. Türkiye enflasyonda Arjantin, Zimbabve, Etiyopya’yı geçebiliyor sadece. Geri kalan bütün ülkeler enflasyonda bizden çok daha iyi durumdalar. Sayın Erdoğan’ın faiz indirimlerine başladığı, yani pandemiden çıktık, tedarik zincirleri kırıldı, yeni yeni yerine geliyor. Bütün dünyada enflasyon sorunu var. Enflasyon bütün dünyada var. Üç olan ülkede altı olmuş, panik var. Dört olan ülke yediye çıkmış telaştalar. Amerika dokuzu gördü, çıldıracak. Hepsi faizleri aldı, enflasyonun bir puan üstüne koydu, para başka yere kaçmasın, dövize yönelmesin, hayat pahalılaşıyor, ‘Ben alışverişimi önden yapayım’ deyip talep artmasın, enflasyon azmasın’ diye. Oraya koydular, enflasyonu biri dokuzdan çevirdi, dörde indirdi. Biri yediden çevirdi, üçe indirdi. Biri altıda yakaladı ve ikiye indirdi.
''Mehmet Şimşek’i getirip şimdi faizleri yüzde 50’ye çıkardılar''
Orada Tayyip Bey, ‘Ben faiz indirmem, Nas ortada. Faiz sonuç değil, sebeptir, ben faizi artırmam, indiririm, bu suretle enflasyonu dizginlerim’ dedi. O gün buna başladığında ‘Mal ve hizmet sepeti’ diyorlar. Yani hesap kolay olsun diye bir sepet var, içindeki mallar ve aldığınız hizmet belirli. 100 liraymış, bugün 448 lira. Yani düşünün, Ramazan kolisi alıyorsunuz, içindekiler belli. 100 liralık Ramazan kolisi, bugün 448 lira. Neden? ‘Faiz artırmam ve indirerek düşürürüm’ dedi diye. Bunu böyle yapıp yapıp, seçimi geçirip, seçimden sonra Mehmet Şimşek’i getirip şimdi faizleri yüzde 50’ye çıkardılar. Bir veriyi daha hatırlatayım. ‘Enflasyonu düşürüyorum’ diyen Sayın Şimşek’in dün açıklanan rakam yüzde 48. Öyle bir anlatıyorlar ki, sanki geldiği gün enflasyon yüzde 80’di. Mehmet Şimşek’in geldiği gün enflasyon yüzde 38’di. Bugün yüzde 48, Mehmet Şimşek geldiğinde 38’di. Bunun için biz ekonomiyi önceleyen, önerilerimizi söyleyen, Türkiye’yi nasıl yöneteceğimizi önümüze koyan projelerle karşınızda olacağız.''
Kaynak: Anka