İçinde yer aldığımız coğrafya, toplum ve karmaşık ideolojilerin varlığında, dur durak bilmeyen kötü haberler ile güne uyanmanın bizlerde yaşattığı travmalar sonucunda bilinmeyen bir belirsizlik içinde adeta kaybolup gidiyoruz. Yaşadığımız coğrafya nedeniyle ülke insanları olarak her an herşeyin olabileceği bir sürecin içinde bulunmamız sebebiyle, psikolojisi bozulmaya yüz tutmuş güzelim ülke insanlarının, giderek akıl ve ruh sağlığını kaybetmemek için adeta direnç gösteriyorlar.
Hiçbir zaman ülkemizde yaşanan ani olaylar sonrası, kalemimi hemen elime alıp birşeyleri karalamaya giden bir yazar olmadım... Çünkü olaylar sonrası yaşanılan tepkimeler sonucunda, belirsizliklerin bir belirginlik kazanmasıyla ancak bulanık sular, belli bir berraklığa kavuşur. Bugün ülke siyasetinde sık sık yaşanan gerginlikler ve yükselen tansiyonlar sonucunda şunu çok net anlıyoruz ki, AKP hükümeti ülke siyasetinde mutlak güç olmak adına başvurduğu tüm hukuk dışı ihlallerin tek nedeni iktidar koltuğunu kaybetmeme gayesi içerisine girmesidir. Bu durum gösteriyor ki tarihsel süreçler serüveninde hangi yönetim biçimlerinde olursa olsun yöneticiler, halk tarafından seçilerek yönetime gelmiş olsalar da maalesef gitmenin vakti geldiğinde o koltuk veya makamı bırakıp, gitmek istemezler. Yönetimden geri inmemeye dayalı diretmeler ne yazık ki toplumlar içerisinde, hafızalarda kanlı olaylar ve sonucunda binlerce insanın ölümü gibi acı tablolara yer bırakıyor. Bunun en büyük ve belirgin örneği Suriye'de yaşandı. Esed rejimi, yönetimi ve koltuğu uğruna Suriye'yi adeta bir kan gölüne çevirdi. Yüzlerce, binlerce masum insan öldürüldü. Milyonlarca insan topraklarını terk edip acı bir şekilde mülteci durumuna geldi. Sonuç ne mi oldu? Sonuç ortada! Esed rejimi yıkıldı ve geriye acı bir tabloya yer bıraktı.
Koltuğu uğruna zulüm ve zorbalığı esas alan iktidarlar, emelleri doğrultusunda insanlar üzerinde geriye hapis, işkence, gözyaşı ve ölüme yer bırakıyor. Bugün İsrail'de Netenyahu, koltuk ve iktidarını kaybetmemek için Gazze'ye yaptığı soykırım bunun temel nedenidir. Geçmişte Irak'ta Saddam Hüseyin'in diktatörlüğü sonucunda katledilen binlerce Kürd'ün ölümü, yine iktidar hırsına kapılan ve koltuğunu kaybetmemek uğruna katliamlara başvurmanın bir diğer örneğidir. Bu durum dünya tarihinde iktidar koltuğunu ele geçirmek için ya da mevcut var olan iktidar koltuğundan inmemekte direten yöneticilerin, sırf iktidar koltuğu uğruna yüzlerce yaşatılmış katliam örnekleri vardır. Bunu Rusya'da Stalin yönetimden tutalım, Çin'de Mao devrimine kadar, iktidarı ele alırken veyahut iktidardan indirilirken katliamlar, hep bu şekilde ilerledi.
Türkiye'nin siyasi iktidar tarihinde de maalesef bu durumlar toplum içerisinde büyük kavgalara, kanlı olaylara sebebiyet verdi. Yaşanan iktidar kavgaları sonucunda yapılan askerî darbelerin hepsinde, yaşanan olaylar sonucunda acı kayıplar ve nice ölümler yaşandı. Bugün Ortadoğu'da çatışmanın hiç eksik olmadığı ve insanların her gün öldürüldüğü bir coğrafyada bu tür olaylara yakından tanık olmak, hakikaten insanın akıl ve ruh sağlığını derinden etkilemektedir. Tabi bunlar dahilinde ülkemizde yaşanan siyasi çatışmalar ve bunun sonucunda hukuk dilinin zorba haline geldiği bir süreçte açıkçası yarınlarda geleceğe dair insanlarımız ciddi endişeler yaşamaktadır.
AKP hükümeti, bir an önce siyasi iktidar yönetiminde kendisine muhalif olan kesimlere dayattığı baskıları, hukuksuzlukları ve korku siyasetine son vermelidir. Bugün yaşanan hukuksuzlukların başında kayyımlar, siyasi parti muhalefetlerine karşı yapılan algı operasyonları ve sivil toplum kuruluşlarının ifade ve eylem özgürlükleri üzerine yapılan korku siyasetini derhal bitirmelidir. Özellikle güçlü muhalif siyasetçilerin öncülüğünde Selahattin Demirtaş ve Ekrem İmamoğlu ile beraber tüm tutsak muhalif, siyasetçi, siyasi parti emekçileri, gazeteci, yazar, akademisyen, öğrenci ve halk cephesinde olan yurttaşların tutsak bedenleri özgür bırakılmalıdır. Çünkü bu şiddet ve baskı dili toplumda ciddi bir öfkelenmeyi doğurmaktadır. Bugün Saraçhane'de, İstanbul'da ve giderek Türkiye'nin her yerine yayılan bu toplumsal öfke, sadece Cumhuriyet Halk Partisinin siyasi kitlesi veya Ekrem İmamoğlu'na yapılan hukuksuzluklar doğrultusunda sokaklara çıkan toplumsal bir tepkime değildir. Bugün giderek büyüyen bu toplumsal tepki, AKP hükümetinin yıllardır irade tanımayan kayyımlarına karşı, ekonomik yolsuzluklarına karşı, zora ve baskıya dayalı siyasi politikalarına karşı birikmiş olan bir tepkidir. Özellikle dikkat edersek sokakta eyleme katılan kitlelerin başını çekenler işçiler, öğrenciler, emekliler, geçim problemi yaşayan halk, hukukçular, eğitimciler, sağlıkçılar var. Bu tepkime normal bir siyasi parti kitlesine benzemiyor. Sokakları dolup taşıran bu öfke sadece siyasi muhalif bir partinin öfkesi değildir. Bu devleşen öfke, AKP hükümetinin yıllardır iktidarında yaşanan hukuksuzluklara karşı çatlak veren bir halk öfkesidir.
Bugün bu çizgide ülke için iki seçenek var. Birincisi AKP iktidarı bu yolda baskı, zulüm ve hukuksuzluklarına devam edip topluma zorla dayattığı kendi yönetim modeli olan mutlak gücü elde edip, tüm toplumu istediği şekilde dizginleyecek. İkinci yol ise toplumun kendi içinde giderek devleşen öfke, AKP hükümetine boyun eğmeyip, ancak direnerek bu düzeni yıkacaktır. Bu düzenin yıkılmasını tetikleyecek ve öncülük edecek iki siyasetçi vardı. Bunlardan biri Selahattin Demirtaş, diğeri ise Ekrem İmamoğlu'ydu. Bugün iki büyük muhalif de tutsak edilmektedir.
Peki bu minvalde DEM Parti öncülüğünde Kürtlerin, iktidar ve muhalefet arasında tercihi nasıl olacak? Bu en çok merak edilen sorudur. Çünkü AKP hükümetinin iktidara gelmesi ve bu kadar güçlü olmasının temelinde Kürt seçmenlerin payı büyüktür. Sonrasında iktidar partisi ile zıtlaşmalar yaşayan DEM Parti'nin eski adıyla HDP, binlerce Kürt seçmen ve parti gönüllüleri ile kayyımlar, gözaltılar, tutuklanmalar yaşadı. Diyebiliriz ki Türkiye'de AKP hükümetinin baskı ve hukuksuzluklarına dayalı ilk siyasi darbeyi Selahattin Demirtaş öncülüğünde HDP'ye yapıldı. Hatta HDP milletvekillerinin dokunmazlıklarının kaldırılma süreci bizzat Anamuhalefet Partisinin eliyle oldu. Buna rağmen bir kaç seçim döneminde HDP, AKP hükümetini düşürmek adına Anamuhalefet Partisi CHP'yi destekleyerek İstanbul ve Ankara ile beraber Türkiye'nin birçok Büyükşehir belediyelerinin AKP iktidarının elinden alınıp, CHP'ye geçmesine sebep oldu. Son olarak Kemal Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı olması ihtimalini bile güçlendiren HDP öncülüğünde Kürtlerin oyu etkili olmuştu. Fakat her seçim sonrası Anamuhalefet Partisi kazanımlarında, HDP'nin ve Kürtlerin bu kazanımlarda etkisinin olmadığını ya da iktidar partisinin kendisine terör yaftalamasında bulunmaması için hep HDP'yi görmezden geldi.
AKP hükümeti, Anamuhalefet partisinin son seçimlerde Kürtlerin oylarıyla kendi iktidarını yakından tehdit ettiğini gördükten sonra, Anamuhalefet Partisi ile DEM Parti arasında olası oluşabilecek bir ittifakın önüne geçmek adına, çözüm süreci adımı ile DEM Parti kitlesini kontrol altına alarak, bu sefer Anamuhalefet partisi olan CHP'nin üzerine siyasi baskı, kayyım ve hukuksuzluklara başvurdu. İktidarın bu politikası iki güçlü muhalefetlerden olan CHP ve DEM partiyi birbirinden tamamen ayrıştırmaya götürmeye dayalıdır. Geçmişte Türkiye'nin güçlü siyasi muhalefet partilerinden olan DEM Parti eski adıyla HDP'ye kayyımlar atanırken, baskılar altında hukuksuzca siyasetçiler cezaevlerine atılırken, bugünkü Anamuhalefet Partisi CHP bu tüm olup bitene karşı sesi çıkmadı. Bugün AKP hükümeti aynı politika ile Anamuhalefet partisi CHP'nin üzerine siyasi baskılar, kayyımlar ve cezaevleri koşulları yaşatmaktadır. Bu sebeplerden ötürü DEM parti seçmenleri bu olup bitenlere karşı taraf olmakta çekimser davranıyor.