Gazete Emek - Hatimoğulları'nın açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde:

"Dünyada, Orta Doğu'da ve ülkemizde gelişmeler son derece hızlı seyrediyor. Hepimizi yakından ilgilendiren kritik süreçlere tanıklık ediyoruz.

2025'in ortalarına gelirken, dünyanın her köşesinde birbirine bağlı pek çok sorunla yüz yüzeyiz.

Ticaret savaşları, Orta Doğu'da özellikle İran merkezli gerilimlerin tırmanması, yeni bölgesel çatışma risklerini beraberinde getiriyor. Asya-Pasifik bölgesinde süren gürültülü hesaplaşmalar, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz'de enerji kaynakları üzerinden büyüyen krizler buna ekleniyor.

Trump'ın izlediği aşırı sağ ve milliyetçi siyasetin belirsizliği artırdığına tanık oluyoruz. Ama aynı zamanda dünya çapında bu gidişata karşı yükselen protesto sesleri de var.

Şu anki tabloyu ancak şöyle tarif edebiliriz: Dünya kaynamakta olan bir kazana dönmüş durumda.

Trump'ın başlattığı "Vergi Tarifeleri" meselesi, sade gümrük uygulamalarından ibaret değil. Bu, artık tüm dünyayı etkileyen teknolojik, ekonomik ve jeopolitik bir güç savaşı haline geldi.

Bu güç savaşının temel hedefi sömürü mekanizmalarını daha da derinleştirmek.

Vergi politikaları artık sadece maliye enstrümanı değil, küresel güçlerin rekabet aracı haline geldi. Bizim duruşumuz net: Vergi, halkın omzuna yüklenmeyecek bir sistemle, adaleti ve toplumsal refahı esas alacak şekilde yeniden düzenlenmeli.

Avrupa'’ya baktığımızda ise kaynakların daha çok silahlanmaya aktarıldığı bir tablo ile karşı karşıyayız.

Değerler sisteminin sarsıldığı, hukuk ve demokrasinin zedelendiği bir Avrupa görüyoruz. Bunun etkileri kıta geneline yayılıyor.

Çağımızda demokrasi, eşitlik, özgürlük ve insan hakları ihlal ediliyor; halklara baskı ve güç politikaları dayatılıyor.

Ortadoğu’da ise yeni cephelerin açıldığını görüyoruz. Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü verilerine göre, 2020-2024 arasında dünya genelinde yapılan silah ithalatının yüzde 27’si Ortadoğu’ya gitmiş durumda.

Bu tablo, bölgenin uzun süre daha silah ve savaş döngüsünden çıkamayacağını gösteriyor. Merkezde ise İran yer alıyor. İran’ın, Kürtleri, Belluçları, kadınları ve Alevileri yok sayarak ilerlemesi mümkün değildir.

Komşu ülkeler, İran’a baskı uygulamak yerine halklarıyla buluşturacak yapıcı bir rol üstlenmelidir. Aksi halde bölgede büyük bir kaosun fitili ateşlenir.

Suriye’de de halklar ve inançlar dışlanıyor. Geçici hükümet kuruldu, 5 yıllık geçiş anayasası hazırlandı; ancak bu yapılar içinde Kürtler, Aleviler ve diğer inanç grupları yer almıyor. Alevilere dönük katliam ve şiddet politikaları devam ediyor.

Ortadoğu halkları inkâr, baskı ve şiddet politikalarından yoruldu. Artık bu bölge barış istiyor. Demokratik bir dönüşüm talep ediyor.

Baskıcı rejimlerin önünde iki seçenek var: Ya halkların taleplerini dikkate alacaklar ya da krizlerle boğuşmaya devam edecekler. Demokrasi ve iç barış tesis edilmeden dış müdahalelerin önü alınamaz.

Evet, gündem yoğun: Ticaret savaşları, diplomatik krizler, sıcak çatışmalar ve büyüyen adaletsizlikler… Ama halklar bunlara sessiz değil.

Sadece ABD’de 50 eyalet ve 1200 noktada “Elinizi çekin” diyerek sokağa çıkanlar, kampüslerde Filistin için ses yükselten öğrenciler,

İran’da, Belgrad’da, demokratik hakları için direnen milyonlar var. Tel Aviv’de “Savaşı bitirin” isyanları var…

Türkiye’de öğrenci, kadın, emekçi, yoksul; Türk, Kürt, Alevi her gün bir hak için sokakta!

Dünyanın dört bir yanında haksızlığa ve zulme karşı bir itiraz var. Dünya halkları, "Elinizi bizden çekin. Adil, demokratik ve savaşsız bir dünya istiyoruz" diyor.

Gazzelinin sesi Amed’de; Amedlinin sesi İstanbul’da, İstanbullunun sesi Seattle’da yankılandığında dünyadaki savaş ittifaklarının geri adım atmaktan başka seçeneği kalmayacaktır.

Tam da bu nedenle, DEM Parti gibi gücünü halktan alan partilere ve toplumsal hareketlere düşen sorumluluk büyüktür.

Görevimiz halklar arası dayanışmayı, örgütlülüğü ve barış hareketini daha güçlü örmektir. Hem Türkiye’de hem de sınırları aşan enternasyonalist barış hareketini kurmak zorunluluktur. Mücadeleyi büyütmek zorunluluktur.

Selam olsun bütün dünyada barış, adalet ve demokrasi için direnenlere. Selam olsun sizlere!

27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın yaptığı "Asrın Çağrısı"ndan bu yana geçen sürede, ne yazık ki Türkiye demokrasisi adına iç açıcı bir tablo ortaya çıkmadı. İktidar bu konuda iyi bir sınav vermedi.

O çağrı yalnızca bir metin değil, gerçek anlamda demokratik dönüşüm için bir davetti.

Ancak iktidar bu çağrıyı yok saydıkça, demokrasinin yolu daha da tıkandı.

Bu tıkanmanın en görünür hale geldiği anlardan biri, HDK’ye yönelik operasyonlar ve 19 Mart süreciydi.

19 Mart’tan bu yana yükselen halk sesi, yalnızca bir tepki değil; adalet, eşitlik ve özgürlük talepleriyle yürüyen güçlü bir mücadeledir. 

Ancak iktidar bu sesi bastırmak istiyor. Öğrencilere sokak ortasında işkence uygulanıyor, gözaltına alınıyor, cezaevine gönderiliyor. Halen birçok öğrenci cezaevinde tutuluyor. Bu öğrenciler derhal serbest bırakılmalı.

İşkence uygulayan polise 10 bin TL prim veriliyor. Bu, açıkça işkenceye ödül anlamına gelir. İşkence suçtur, işkenceyi teşvik etmek de suçtur.

İktidar, tüm bunlara ek olarak eğitim alanında da baskı politikalarına devam ediyor. Proje okullarında görev yapan öğretmenlere yönelik siyasi saiklerle yürütülen tasfiyeler açıkça bir operasyon niteliği taşıyor.

Buradan Milli Eğitim Bakanı’na sesleniyoruz:

Öğretmen atamaları, yönetici görevlendirmeleri ve tayinler şeffaf, denetlenebilir ve liyakate dayalı olmalıdır.

Öğretmenleri hedef alan bu tasfiyeler yalnızca öğretmenlere değil, aynı zamanda bilimsel eğitime ve Türkiye’nin demokratik geleceğine yöneltilmiş bir saldırıdır. Bu uygulamalardan derhal vazgeçin.

Bu açık hukuksuzluk karşısında direnen öğretmenlerin ve onların yanında duran öğrencilerin yanındayız.

Hakkın, hukukun tanınmadığı hiçbir uygulama meşru değildir. Bu politikalar ne demokrasiyle bağdaşır, ne de toplumsal barışa hizmet eder.

Eğer bu ülkede sahici bir barış inşa edilecekse, bu yalnızca demokratikleşme yoluyla olabilir. Barış, ancak demokrasi ile mümkündür.

Bu sorumluluk yalnızca devletin değil, hepimizindir. Ezilenlerin, yoksulların, dışlananların ortak sorumluluğudur.

Farklı düşünebiliriz, farklı dünya görüşlerine sahip olabiliriz. Ama eğer adalet ve demokrasi talebi büyüyorsa, biz de barış ve özgürlük için bir araya gelmeliyiz.

Şairin dediği gibi: “Hangi yangın bir başına söndürülür?” Bu karanlık hepimizi yakıyor. Bu yangını birlikte söndüreceğiz.

Kendimize güveniyoruz. Gençliğe, kadınlara inanıyoruz. Evet, biz başaracağız. Ve mutlaka kazanacağız!

Barış bizim en önemli gündemlerimizden biri. Savaşları çıkaran erkek egemen sisteme karşı biz kadınlar barışta ısrarcıyız.

Kadınların barış mücadelesi tesadüfi değil. Savaşın neden olduğu şiddeti, tacizi, yoksulluğu en ağır biçimde yaşayanlar kadınlar.

Ezidi kadınlar, küçük kız çocukları kaçırılıp pazar yerlerinde satıldı. Bugün Suriye’de Alevi kadınlar aynı kaderi yaşıyor. Bu yüzden biz kadınlar savaşın karşısındayız.

Siyahlı Kadınlar’dan Filistinli kadınlara, İrlandalı kadınlardan Kürt Barış Anneleri'ne kadar barış isteyen kadınlar dünyanın her yerinde direniyor.

DEM Parti Kadın Meclisimizle birlikte barışın toplumsallaşması için çalışıyoruz. İstanbul’dan Aydın’a, Dersim’den Antalya’ya kadınlar barışa taş döşüyor.

Meclis’te de barışın sesi olacağız. Kadın vekiller olarak Meclis'te barışın ortak dilini kurabiliriz.

İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönmek, 6284’ün uygulanması, kadın cinayetlerinin durması; bunlar barış iklimi olmadan sağlanamaz.

"Barışa İhtiyacım Var" İnisiyatifi'nin ortak mücadele çağrısı bu dönemde kıymetli olacaktır.

Kadınlar savaşın karşısında barışı, yıkımın karşısında yaşamı savunuyor. Bizler de Jin Jiyan Azadi şiarı bütün coğrafyamızda hayat bulana dek mücadele etmeye devam edeceğiz!

1 Ekim’de başlayan ve 27 Şubat’ta Sayın Öcalan’ın tarihi çağrısıyla taçlanan Barış ve Demokratik Toplum Süreci üzerinden tam altı ay geçti.

Bu altı ay boyunca bir gün bile yerimizde durmadık. Asya’dan Okyanusya’ya, oradan Avrupa’ya uzanan geniş bir hatta gece gündüz çalıştık, çabaladık.

Birçok ülkenin temsilcisiyle, elçilikleriyle, kurumlarıyla bir araya geldik. Heyetlerimizle bu süreci anlattık, çözümü tartıştık.

Türkiye’nin dört bir yanını il il, ilçe ilçe dolaştık.

Yüz bine yakın yurttaşımızla barışı en açık, en şeffaf haliyle birlikte konuştuk.

Şimdi on binlerce gönüllü barış neferleriyle, tek tek ev ziyaretlerine başladık. Ulaşamadığımız yerlere milyonlarca mektup yolluyoruz, online buluşmalar yapıyoruz.

Çünkü biz biliyoruz ki; bu yol kutsal bir yol. Bu yolda atılan hiçbir adım boşa gitmez. Yeter ki 85 milyondan yana, barıştan, demokrasiden yana olsun. Daha birçok çalışma planımız var. Çünkü biz sadece inanan değil, inandığını yapan bir partiyiz.

Ve inanın, bugüne kadar yaptığımız onca çalışmanın bize gösterdiği tek bir gerçek var: Kürt halkı ve Türkiye toplumu barış istiyor. Hem de hemen, şimdi!

Gittiğimiz her yerde, konuştuğumuz herkes bu süreci destekliyor. Barışın sesine kulak veriyor.

En son, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’la DEM Parti İmralı heyetimiz bir görüşme gerçekleştirdi.

Daha önce de kamuoyuyla paylaştığımız gibi, bu görüşme olumlu geçti.

Heyetimiz toplumun kafasındaki soru işaretlerini, gözlemlerimizi, önerilerimizi aktardı. Şimdi beklenti, bu görüşmenin barış sürecine hız kazandırması ve çözümün kapısını aralamasıdır.

Çünkü elimizde büyük bir fırsat var. Tarih yapma ve tarihe geçme fırsatı… Ama açık konuşalım ki: Aradan iki ay geçmiş olmasına rağmen, çağrıya denk düşen bir adım, bir irade henüz göremiyoruz.

Toplum net konuşuyor, son derece makul ve rasyonel beklentileri var. Her gün bize aynı soruyu soruyorlar:

“İktidar neden bir adım atmıyor? Bu süreç neden hep tek taraflı ilerliyor? Bir oyalama mı var?”

Ben de buradan yürütme erkine soruyorum:

Tecrit sürerken, bir tek somut adım bile atılmazken; tam tersine her gün yeni antidemokratik uygulamalar devreye girerken, kayyım tehdidi devam ederken, sizce biz bu yurttaşlara ne cevap vermeliyiz? Bunlar çok büyük bir soru işareti olarak toplumun zihninde duruyor.

Güven maalesef sadece güzel sözlerle değil; pratik ve güven verici somut zemin oluşturularak tesis edilir.

Bu zemin nasıl sağlanır? Sayın Öcalan’ın çalışma ve iletişim özgürlüğünün sağlanmasıyla.

Meclisin, PKK’nin silahsızlandırma süreci için bir yasa çıkarabilmesiyle.

Demokratik Dönüşüm ve Barış Kanunu teklifinin hazırlanmasıyla.

Bu kanunun Meclis’ten hep beraber çıkarılmasıyla.

İlk adım olarak bunları yaparsak tüm Türkiye rahat bir nefes alır.

Mahir Polat’ın tahliyesi hepimizi sevindirdi. Şimdi daha iyi koşullarda tedavi görecek. Kendisine geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.

Ancak içeride onun gibi yüzlerce ağır hasta tutuklu daha var. Özge Özbek, Hatice Yıldız, Soydan Akay, Selver Yıldırım, Hatice Onaran gibi sayısız isim hâlâ dört duvar arasında hem hastalıkla hem de mahkûmiyetle mücadele ediyor.

Buradan iktidara ve Meclis Başkanlığına sesleniyoruz:

Güven artırıcı bir adım atabilirsiniz.

İnsani ve hukuki bir konuda cesur davranabilirsiniz.

Toplum, hasta mahpuslar ve keyfi şekilde yakılan infazlarla ilgili somut adımlar bekliyor.

İktidarın yargı ve güvenlik güçlerini kullanarak CHP’yi siyasetin dışına itmeye çalışması kabul edilemez.

CHP’ye neden bu baskı uygulanıyor? Neden abluka altına alınmak isteniyor?

Oysa bugün muhalefet, barış ve çözüm sürecine dair daha yapıcı ve destekleyici bir pozisyonda. Bu çok kıymetlidir.

Buradan başta ana muhalefet partisi olmak üzere tüm muhalefete sesleniyorum:

Barış Türkiye’nin ortak meselesidir.

Ne olursa olsun çözüm ve barış sürecine sıkı sıkıya sahip çıkmalıyız.

Musavat Dervişoğlu’ndan hükümete çözüm tepkisi Musavat Dervişoğlu’ndan hükümete çözüm tepkisi

Çözüm sürecini konuşuyoruz diye kayyım uygulamalarını unutmadık.

Van’da kayyım, çocuklara açılan kreşi neden kapatır? Kadınlara verilen ulaşım kartlarını neden iptal eder? Halk için yapılan projeler neden durdurulur?

İstanbul’da belediyesine kayyum atananların itirazı ile Van’da, Hakkari’de halkın gasp edilen iradesine karşı yükselen itiraz aynıdır.

İstanbul’da iradesi gasp edilenle Mardin’de iradesi hiçe sayılan yurttaş, aynı şeyi söylüyor: “Elinizi irademizden çekin.”

O nedenle barış ve demokratik bir toplum için birlikte ve daha güçlü bir ses çıkarmalı, ortak mücadeleyi büyütmeliyiz."