28 Mayıs seçimine çok kısa bir süre kaldı. Bu seçim Kılıçdaroğlu'nun da dediği gibi sadece bir seçim değil bir referandum olacak. Bu referandumda ya Erdoğan devam edecek ya da Kılıçdaroğlu ile yeni bir sürece gireceğiz.
HDP'nin 14 Mayıs seçimi öncesi tavrını net bir şekilde belirlemesi ve ikinci tur öncesi de desteğini sürdüreceğini açıklaması sonrası gözler Sinan Oğan ve Ümit Özdağ'a çevrildi. HDP'nin tavrına ilişkin eleştirilerimi şimdi değil 28 Mayıs seçimi sonrası detaylı yazarım.
Sinan Oğan'ın Erdoğan'a desteğini açıklamasının ardından Ümit Özdağ'ın tavrı önemli oldu. Çünkü Ümit Özdağ ve hitap ettiklerinin en az yüzde 5 gibi bir oyu var. Sadece Zafer Partisi'nin aldığı yüzde 2'lik oya bakmayın.
Ümit Özdağ'a sempati duyanların bir kısmı MHP'ye, bir kısmı iYİP'e, bir kısmı CHP'ye oy verdi. Özdağ'ın desteği önemliydi. Ama bu destek çok hassas olmalıydı. Bu destek alınırken HDP'liler de ötekileştirilmemeliydi. Ümit Özdağ'ın ırkçı yaklaşımı ve saldırgan yönü HDP'lilere ve Kürtlere yönlendirilmemeliydi.
Kılıçdaroğlu ile Ümit Özdağ birkaç günlük görüşmelerin sonunda anlaşma sağladı. Bu anlaşma açıklaması yapılmadan önce Özdağ, içişleri bakanı olacağına dair paylaşım yaptı. Bu paylaşıma Kürtler çok sert tepki gösterdi. Sosyal medya üzerinden çok sayıda kişi sandığa gitmeyeceğini ifade etti. Hepimizin gözü ortak yapılacak mutabakat metninde bunun yer alıp almayacağına çevrildi. Mutabakat metninde bu yer almadı.
Mutabakat metninin 4. maddesinde "Devletin varlığı ve bütünlüğünü hedef alan başta FETÖ, PKK, IŞİD olmak üzere bütün terör örgütleri ile etkin ve kararlı mücadele edilecektir. Terörle mücadele çerçevesinde, terörle bağlantısı hukuki kanıtlarla sabit olan mahalli idare yöneticileri yerine devlet görevlileri ataması uygulamasına yargı kararı çerçevesinde devam edilecektir. Terörle müzakere değil, mücadele edilecektir. Türkiye’nin milli ve üniter devlet yapısını hedef alan hiçbir siyasi ve hukuki düzenlemeye izin verilmeyecektir." denildi.
Bu madde HDP'li belediyelere kayyumların devam edeceği veya yeniden kayyum atanacağı şeklinde yorumlara neden oldu.
Şimdi bu durum seçim sonunda nereye evrilir onu anlatmaya çalışayım.
Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi var. Yani başkanlık sistemi var. Bu sistem devam ettiği sürece bakanların, onun bunun ne dediği önemli değil, Cumhurbaşkanının ne dediği önemlidir. Bakın Soylu bile kayyumların nasıl atandığını anlattı. Ne dedi; "Tayyip bey beni aradı bu HDP'li belediyelerden rahatsızım dedi ben de 2 gün içinde görevden aldım" dedi. Yani kayyum atanırken ortada bir hukuk bir mahkeme kararı olmadığı çok net. 4. maddede ne diyor; "Terörle mücadele çerçevesinde, terörle bağlantısı hukuki kanıtlarla sabit olan mahalli idare yöneticileri yerine devlet görevlileri ataması uygulamasına yargı kararı çerçevesinde devam edilecektir."
Terörle bağlantısı hukuki kanıtlarla sabit olan diyor, yargı çerçevesinde diyor. Şuan kayyum atanan HDP'li belediyelerin hiçbirinde böyle bir durum söz konusu değil. Hiçbirinin hukuki kanıtlarla terör bağlantısı yoktur. Selçuk Mızraklı, Bekir Kaya gibi belediye başkanlarının çoğu hukuki hiçbir gerekçe olmadan görevden alındı ve hukuki hiçbir gerekçe olmadan cezaevinde. Yargı bağımsızlığı sağlandığında içeride olan Kürt siyasetçilerin hiçbirinin içeride olmayacağını hepimiz biliyoruz. Bunun önünde Ümit Özdağ da engel olamaz. Bu durum da sadece HDP'li belediyeler için geçerli değil Türkiye'deki bütün belediyeler için geçerli.
Örneğin bir belediyenin IŞİD ile bağlantısı hukuki olarak kanıtlanırsa görevden alınabilir, bir belediyenin FETÖ ile bağlantısı hukuki olarak kanıtlanırsa görevden alınabilir, bir belediyenin Hizbullah ile bağlantısı hukuki olarak kanıtlanırsa görevden alınabilir. Bağımsız bir yargı olduğu sürece kimse bunlara itiraz etmez zaten. Ama asıl sorunumuz bağımsız bir yargının olmaması. Bu kayyumların siyasi olarak atanmış olması. Siyasi olarak peki Kılıçdaroğlu, 6'lı Masa ve HDP'ye rağmen Ümit Özdağ'ın gücü yeter mi kayyum atamaya?
Bence yetmez. Kayyum uygulamaları da sona erecektir. Bu anlaşmalar sadece konjonktürel anlaşmalardır. 14 Mayıs'ta gördük ki Türkiye'de çok ciddi bir milliyetçi kesim var. Bu milliyetçilerin oyları olmadan da bir adayın kazanma ihtimali yoktur. Tıpkı Kürtlerin oyları olmadan bir tarafın kazanamayacağı gibi. Şimdi asıl mesele hem Kürt seçmenleri küstürmemek gerekiyor hem de milliyetçilerin de bir kısmının oylarını almak gerekiyor. Kılıçdaroğlu da biraz bunu yapmaya çalışıyor.
Kılıçdaroğlu bunu yaparken çok büyük dezavantajları var. Onun her söylediğini emrivaki olarak kabul edecek kocaman bir medya örgütlenmesi yok. Onun her söylediğini sorgulamadan kabul edecek bir tebaa yok. Dolayısıyla hangi hamleyi yaparsa yapsın bütün medya organlarında çok tartışılıyor.
Bu seçim sürecinde Kılıçdaroğlu ile ilgili tartışılmayan hiçbir şey yok. Kürtlerle ilgili mesaj verse tartışılıyor, Alevilerle ilgili mesaj verse tartışılıyor, toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili mesaj verse tartışılıyor, helalleşme dese tartışılıyor, hesaplaşma dese tartışılıyor, Milliyetçiler dese tartışılıyor, muhafazakarlar dese tartışılıyor. Yani anlayacağınız herkes tartışıyor. Peki Erdoğan ne kadar tartışılıyor? Sadece birkaç muhalif televizyonda tartışılıyor oralarda bile Erdoğan eleştiriliyor gibi yapılıp Kılıçdaroğlu yine eleştiriliyor.
Erdoğan ve Bakanları anaakım medyayı mesken tuttular. NTV, CNN Türk, Haber Türk, TRT ve diğerlerinde her saat bir AKP'li bakan görüyoruz. Toplumun önemli bir kesimi de anaakımı takip ediyor. Ve kabul edelim etkileniyorlar. Türkiye'de çok önemli bir milliyetçi kesim var. Daha doğrusu milliyetçi, muhafazakar bir sağ seçmen kitlesi oluşturuldu. Evet eğitim sisteminden, medyasına kadar bilinçli olarak böyle bir kitlenin oluşumuna katkı sağlandı. Erdoğan sahip olduğu kitle iletişim araçları ile bunları istediği gibi yönlendirebiliyor. İç Anadolu ve Karadeniz Bölgesi dahil olmak üzere toplumun önemli bir kesimi bunlardan çok etkileniyor.
Camilerde imamlar her cuma, her gün etkiliyor, okullarda öğretmenler etkiliyor, muhtarlar etkiliyor, izledikleri diziler etkiliyor, izledikleri televizyonlar etkiliyor. Bu kitle Kılıçdaroğlu gelirse ülkenin gerçekten bölünebileceğini falan düşünüyor. Bu kitle Kılıçdaroğlu'nun Kandil'e gidip oradaki yöneticilerle birlikte video çektiklerini zannediyor. Erdoğan montaj dese bile çok bir anlam ifade etmiyor. Kılıçdaroğlu, bu kitleden bir miktar da olsa oy alması lazım. Bu nedenle Ümit Özdağ ile görüşüyor. Bu nedenle Ümit Özdağ ile anlaşıyor.
Sosyal medyaya bakıyorum HDP'lilerin, Kürtlerin, sol, sosyalist, demokrat kesimden bazı arkadaşların boykot çağrısı yaptığını görüyorum bu yaşananlardan sonra. Hayır bu doğru değil. Boykot edilecek her oy Erdoğan'a yazılır. Biz Kılıçdaroğlu'na gidip oy vereceğiz. Ben Kılıçdaroğlu'nun Adalet Yürüyüşünden itibaren ortaya koyduğu politik duruşun çok doğru bir duruş olduğunu düşünüyorum. Herkesi dinliyor, herkesle bir araya geliyor ama doğru bildiğinden taviz vermiyor.
Meral Akşener aday belirleme sürecinde çok net bir şekilde kendi görüşünü dayattı ama Kılıçdaroğlu, "Masadan kalkarsan kalk" diyerek Akşener'e çok net tavır koydu. Akşener sonra masaya dönmek zorunda kaldı. Akşener'e bu kadar net bir şekilde tavır koyan bir Kılıçdaroğlu'nun Ümit Özdağ'ın her dediğini yapacağına en ufak bir ihtimal vermiyorum. Biz gideceğiz ve Kılıçdaroğlu'na oy vereceğiz ki bir sonraki seçimde bu kadar dar koridorlara sıkışmayalım diye. Ümit Özdağ, Soylu'ya ve kendi tabanına gaz vermek için "İçişleri Bakanlığı" Tweetini attı. Kılıçdaroğlu, Ümit Özdağ'a içişleri bakanlığı vermez.
En fazla göç ve sınır bakanlığı gibi bir bakanlık verilebilir. Ama bizim derdimiz şuan bakanlıklar değil kimin Cumhurbaşkanı olacağıdır. Bugünkü Cumhurbaşkanlığı sisteminde meclisin de, bakanlıkların da çok önemli bir misyonu yoktur. Her şey Erdoğan'ın iki dudağı arasındadır. Bu sistem parlementer sisteme geçene kadar devam edecektir. Erdoğan da seçilse devam edecek, Kılıçdaroğlu da seçilse devam edecek. Boykot etmeyi düşünen arkadaşlar da şunu düşünerek hareket etmelidir; sandığa giderken bakanlıklar için değil cumhurbaşkanlığı için gideceğiz. Kılıçdaroğlu'nu 20 yıldır hepimiz tanıyoruz. Onun için bence rahat bir şekilde sandığa gidin. Sadece AKP'ye yakın televizyonların ve sözde gazetecilerin bu kadar yüksek sesle bunu gündeme alması bile hamlenin iyi olduğu anlamına geliyor.
Sırf Erdoğan iktidarından kurtulmak için bile sandığa gitmeliyiz. Erdoğan gittikten gazeteciler olarak biz daha rahat çalışacağız. Liyakat sistemi olacak. Ekonomi bu kadar kötü olmayacak. Bu ülkede yaşamaya devam edeceğiz. Ama Erdoğan kalırsa hepimiz başka ülkelerde mülteci olacağız bu çok net. Karar verirken bu şekilde düşünüp karar verelim. Politik ve konjonktürel hamlelere göre karar vermeyelim. Kılıçdaroğlu'nun kazanması için en az yüzde 50'nin üzerinde oy alması gerekiyor. Sadece bizlerin oyuna talip olsa en fazla yüzde yüzde 20-30 oy alacağını da biliyoruz. Onun için rahat olun ve gidin sandığa Erdoğan iktidarına son verecek mührü basın.