Gazete Emek - HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel, 14 Mayıs seçiminde halkın verdiği mesajdan dersler çıkardıklarını, parti içindeki radikal eleştirilerin ise umutlarını artırdığını söylüyor. 

Seçim sonrası HDP içerisinde en çok tartışılan isimlerden biri olan Tayyip Temel, Artı Gerçek’ten İrfan Aktan’ın sorularını yanıtladı. 

Seçim sonrasında en radikal ve sert tartışmaların yapıldığı HDP, bu süreci kamuoyunun gözü önünde yürütüyor. 11 Haziran günü HDP ve Yeşil Sol’un Parti Meclisi tarafından yayınlanan bildiri bu açıdan çok çarpıcı değerlendirmeler içeriyor.

Peki HDP seçimlerden nasıl bir sonuç çıkarıyor, geleceğe nasıl bir hazırlık yapıyor? “Bu seçimi kaybettik, önümüzdeki seçime bakalım” mı deniyor? HDP ve öncüsü olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı ne tür hatalar yaptı, bu hatalardan ne tür dersler çıkarılacak? HDP kendi adayını çıkarsaydı, sonuç ne olurdu? HDP açısından Kılıçdaroğlu’na desteğin maliyeti ne oldu?

HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel’le yapılan röportajın tamamı şu şekilde:

Güncel gelişme ve tartışmaların ötesine geçip Türkiye’ye kuşbakışı baktığınızda nasıl bir fotoğraf görüyorsunuz?

Demokrasi güçleri olarak tarihi bir fırsatla karşı karşıyaydık, bunu ıskaladık. Milliyetçiliği, militarizmi, ırkçılığı, baskı politikalarını dayanak haline getiren bir iktidar ülkeyi yönetemiyorken, muhalefet Türkiye’yi gerçek demokrasiye, herkesin müreffeh bir yaşama kavuşması için ortak bir anlayışa kavuşturacak buluşmayı sağlayamadı. Bunun öfkesini, kızgınlığını yaşıyoruz. Bu öfke ise bizi düşünmekten alıkoymamalı, daha fazla çalışmaya teşvik etmeli. Ayrıca belli konularda birbirine benzeyen Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı karşısında üçüncü yolu daha da güçlendirememiş, geniş bir demokrasi ittifakı yaratamamış olmanın da derin siyasi mahcubiyetini yaşıyoruz.

28 Mayıs sonrasından beri HDP’de neler oluyor?

Birazdan daha detaylı konuşuruz ama şu anda HDP olarak çok derinlikli ve elbette keskin tartışmalar yapıyoruz. Bu tartışmalar ilerledikçe umudumuz da artıyor.

BASKI POLİTİKALARININ BİTMESİ İÇİN BİR SONRAKİ SEÇİMİ BEKLEMEYECEĞİZ

Muhalefet olarak son seçimlerden ne tür dersler çıkarıyorsunuz?

Bütün muhalefet adına bir şey söyleyemem ama biz HDP olarak çok net dersler çıkaracağız. Bu rejim bu politikalarla Türkiye’yi yönetemez. Ama iktidarın baskı ve zulüm politikalarının sonlanması için bir sonraki seçimi beklemeyeceğiz. Ya bu iktidar sürdürdüğü ölümcül yanlışlardan vazgeçer, doğru politikalara döner ya da biz ötekileştirilmiş tüm kesimlerin itirazını, en az eksiklikle örgütleyip mücadeleyi büyüterek AKP’yi mevcut baskı politikalarından vazgeçmeye mecbur edeceğiz.

Nasıl yapacaksınız bunu?

Ne yapacağımız sorusundan önce ne yaptığımızı tekrar hatırlayalım. Genel olarak muhalefetin ortaklaştığı esas hedef, bu rejimin yarattığı baskı ortamının kurumsallaşmasını engellemekti. Eşitlik ve özgürlük isteyen Kürt halkı, farklı siyasi görüşlerdeki kadınlar, gençler, işçiler, sosyal demokratlar, Kemalistler, sosyalistler aynı çatı altında buluşamazsa bile, bu baskı rejiminin sonlandırılması arzusunda aynı hedefe odaklandılar. Mevcut rejimin değişmesi konusundaki hedefte ortaklaşmak, AKP-Erdoğan sonrası Türkiye programında, hayalinde, yapısında ortaklaşıldığı anlamına gelmiyordu.

Dolayısıyla?

Örneğin Millet İttifakı’nın hedefi iktidarı elde ettikten sonra geçmişin parlamenter sistemine dönmekten ibaretti. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın hedefiyse mevcut despotik rejimin kökten değiştirilmesine, Kürt sorununun barışçıl çözümüne ve Türkiye’yi demokratikleştirecek bir yeni sistem inşasına öncülük etmekti. Yani Kürt halkına özgürlük ve statü, Türkiye halklarına da demokratik bir cumhuriyet sunacak bir dönüşümü hedefliyorduk.

KÜRTLERİN VARLIĞININ İNKAR EDİLMESİNE İTİRAZIMIZ BÖLÜCÜLÜKLE YAFTALANIYOR

Kürtlere özgürlük ve statü sağlanmasından kastınız ne?

Anayasal düzlemde şu an Kürt halkının varlığı tanınmıyor. Kürtlerin halk olarak varlığının inkârından vazgeçilmesi ve temel taleplerinin karşılanması gerekiyor.

Nedir o talepler?

Anadilde eğitim, Kürtlerin kültürel varlıklarını korumasına ve geliştirmesine alan açılması, yerelde de kendilerini yönetebilmeleri için mekanizmaların geliştirilmesi.

Belediyelere daha fazla yetki verilmesi gibi mi?

Belediyeler bunun bir ayağı mesela. Avrupa’da yerel yönetimlerle ilgili çok sayıda model var. Bu modellerden hareket ederek merkeziyetçi iktidarın yarattığı sorunları minimize edebilecek formüller bulabiliriz. Esasen bizim öncelikli hedefimiz, Kürt halkının varlığına yönelik inkârcı yaklaşımlardan vazgeçilmesini sağlamak. Ama iktidar çeşitli manipülasyonlarla bu talebi kriminalize ediyor, Kürtlerin varlığının inkar edilmesine itirazımızı bölücülük olarak yaftalıyor ve bu talebi normal, doğal bir talep olmaktan çıkarmaya çalışıyor.

TÜRKİYELİLEŞME POLİTİKASI KÜRTLERİN TÜRKLEŞMESİ DEĞİL

İktidar sizi böyle suçlarken bazı Kürt milliyetçileri de HDP’nin “Türkiye’nin demokratikleştirilmesi” hedefine çok odaklandığını, “Türkiyelileşmeye” çalışırken Kürtlerin taleplerinin asli taşıyıcısı olmaktan uzaklaştığınızı söylüyor. Bu tür eleştirilere ne diyorsunuz?

Bir kere Türkiye demokratikleşmeden, demokratik bir rejim inşa edilmeden Kürtlerin özgürlüğünü bırakın, nefes alanlarını bile açmak çok zor. Biz sırf bu nefes alanlarını açmak, örneğin Kürtlerin kendi dillerini rahatça konuşabilmeleri için bile büyük bedeller ödemek zorunda kalıyoruz. Öte yandan bazı Kürt milliyetçi çevrelerinin HDP’ye yönelik eleştirilerini de anlamlı buluyoruz ama unutulmasın ki HDP’nin bileşenlerinden biri de Kürt halkının özgürlüğünü temel program olarak önüne koyan Demokratik Bölgeler Partisi. Bir bütün olarak bileşenlerine, programına, mücadele pratiğine bakıldığında HDP iki hayati mücadele alanını, yani Kürtlerin özgürleşmesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesini kendi bünyesinde buluşturan yegâne partidir.

Kürtlerin haklarını savunmak için neden “Türkiyelileşmeniz” gerekiyor?

Türkiyeleşme politikası Kürtlerin Türkleşmesi değil ki! Bilakis, hedefimiz Türklerin ve Türkiye’de yaşayan diğer tüm halkların Kürt varlığına ve Kürtlerin özgürlük mücadelesine duyarlı, omuz verecek duruma getirilmesidir.

KÜRT SORUNU ÇÖZÜLMEDEN TÜRKİYE DEMOKRATİKLEŞEMEZ, TÜRKİYE DEMOKRATİKLEŞMEDEN KÜRT DÜŞMANLIĞI BİTMEZ

Size göre Kürt sorununun çözümü için öncelikle Türkiye’nin demokratikleşmesi mi gerekiyor?

Her iki mücadele alanını ortaklaştırmaktan, birbiriyle buluşturmaktan söz ediyoruz aslında. Çünkü Kürt sorunu çözülmeden Türkiye demokratikleşemez, Türkiye demokratikleşmeden Kürt sorunu çözülmez. On yıllara dayanan mücadele birikimimiz bunu Kürtlere de, Türkiye demokrasi mücadelesini yürütenlere de gösterdi. Tahrik edilmiş Türk milliyetçiliği ve ondan doğurulan ırkçılık, Kürt karşıtlığı üzerinden besleniyor ve kurumsallaştırılıyor. Bizim HDP olarak Türkiye’nin demokratikleştirilmesi yönündeki mücadelemiz iktidarın bu hamlesine karşı da bariyer kurma amacı taşıyor. Bu bariyeri de demokrasi güçleriyle birlikte örmeye çalışıyoruz. Bu açıdan HDP bir mücadele alanını diğerine tercih etmiyor. Her iki mücadele gücünün ortaklaştırılmasını, bundan doğacak sinerjiyle de kapasitesini sonuç alıcı hale gelecek şekilde büyütmeyi amaçlıyor.

Peki böyle bir sinerji yakalayabildiğinizi düşünüyor musunuz?

HDP üzerinde nasıl bir baskının olduğunu, söz konusu Kürtler olunca hiçbir hukuki kaidenin, hatta kanunun bile tanınmadığı herkesin malumu. Önceki dönem eş başkanlarımız, sayısız yöneticimiz, üyemiz ya hapiste veya sürgünde. Böylesi bir baskı altında Kürt halkının sesiyle Türkiye demokrasi güçlerininkini buluşturmak, bir araya getirmek başlı başına büyük bir mücadele gerektiriyor. Bu baskıları, eksikliklerimizi tartışma dışı bırakmak için anlatmıyorum. Elbette bizim çok ciddi eksikliklerimiz var ama bizi bu eksikliklere iten de bizzat bu baskılar. Sorun HDP fikriyatında değil; bizim fikriyatımız tarihsel deneyimlerden çıkarılan derslerle bütünlüklü hale getirilmiş bir mücadele hattı.

Fakat ister sizin eksiklikleriniz isterse devletin baskıları olsun, sonuçta HDP fikriyatının hedeflediği noktaya ulaşamadığı söyleniyor. Böyle bir durumda farklı bir stratejik hat belirleme ihtiyacı hissetmiyor musunuz?

Bakın milliyetçilikte gemi azıya almış iktidar aynı zamanda Türk milliyetçiliğini de Kürt düşmanlığı ve karşıtlığı üzerinden kışkırtmaya devam ediyor. Bununla hem HDP fikriyatının gelişmesini, Kürdistan’ın sesini Türkiye’nin batısına ulaştırma arzumuzu hem de mücadele ortaklığı kurmamızı engellemeye çalışıyor. Buna karşı koymada çeşitli eksiklikler yaşayabilir veya zorlanabiliriz ama bu yoldan dönmeyiz.

TBMM MÜCADELE ALANLARINDAN SADECE BİR TANESİ

Baskılar, engellemeler bir yana, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın hedeflenen sinerjiyi yakalayamamasından ve son seçimlerde yüzde 10,56’da kalmasından nasıl bir sonuç çıkarıyorsunuz?

Peşinen söylemeliyim ki ittifakları, genel politikaları kurullar, komisyonlar yürütür. Bu tartışmalar mekanizmalarda yürütülür, o şekilde karara dönüşür. HDP olarak bu ittifakı seçimler için değil, zulme, zorbalığa karşı birlikte durma, Kürdün, emekçinin, ezilenin hakkını savunma amacıyla kurmuştuk. Fakat sonuçta eksikliklerimiz, yetersiz değerlendirmelerimiz, hatalarımız oldu. Bu nedenle de iş mücadele birliğinden saptı ve seçim odaklı bir temsil tartışmasına dönüştü. Seçimde pay alma-pay verme ilişkisine girmemeyi başarmalıydık.

Bunu neden başaramadınız?

HDP çok bileşenli bir parti, Emek ve Özgürlük İttifakı da farklı siyasi partilerden oluşuyor. HDP tüm bileşenlerinin onayı, ortak iradesi sonucunda, mücadele birliğini daha da büyütmek, genişletmek amacıyla Emek ve Özgürlük İttifakı’nda yer aldı. HDP ittifaka öncülük ederken bunu kesinlikle seçim odaklı, sandalye paylaşımı hesaplarına dayanan bir yapı olarak düşünmedi. Hatta her bileşenimiz ve tüm kurullarımız bu konuda son derece uyarıcı oldu. Bu ittifak, Türkiye’deki demokrasi güçlerinin tümünün tabanlarını bir araya getirmek, sahadaki örgütlenmeyi genişletmek ve mücadeleyi yükseltmek için oluşturuldu. TBMM bu mücadele alanlarından sadece bir tanesi. Fakat seçim yaklaştıkça ve kimi yanlış tartışmalardan sonra bu ittifak seçim takvimine indirgendi ve bu tabana da yansıdı. Bunda TİP’in bizim HDP olarak bütün itiraz, eleştiri ve önerilerimize rağmen tek listede seçime girmeyi reddetmesinin payı büyük.

TİP DE HDP DE ÖZELEŞTİRİ VERMELİ, TABANDAKİ KARŞITLIK GİDERİLMELİ

Neden?

Çünkü TİP daha ziyade partisel kaygı ve çıkarlarını esas alarak tek çatı altında seçime girmeyi reddetti. Bir kere öncelikle TİP’in, mevcut durum karşısında mücadele ortaklığı zeminini tahrip ettiği için ve iki tabanı birbirinden uzaklaştırdığı gerçeğinden hareketle bir değerlendirme, özeleştiri vermesi gerektiğini düşünüyorum. HDP’nin ilgili kurullarının da TİP’in bu kararını kabul etmek yerine başka seçenekleri zorlamamış olmanın özeleştirisini vermesi gerekiyor. Bu özeleştiri sürecinin ise TİP ve HDP tabanlarında oluşan karşıtlığın giderilmesi yönünde işlevselleştirilmesi lazım.

Fakat TİP’in ayrı liste kararı üzerine attığınız “birlikte direndik, birlikte kazanalım” tweetiniz çok tepki gördü…

Haklı olarak yoğunca eleştirilere maruz kalan o tweeti yanlış zamanda, yanlış atmosferde ve eksik bir biçimde yazdığımı içtenlikle kabul ediyorum. Fakat seçim kampanyası boyunca bütün çabamız kayba ve yetersizliğe yol açmamak yönündeydi. Aslında tek listeyle girmeyi savunan ve iki partinin yarış halinde seçime girmesine karşı olanlardan biriydim. Belki de o tweeti “Madem partiler ayrı listede anlaştı, buna karşı olsam da, bundan sonra birlikte direnmeye odaklanmalıyız” şeklinde atmalıydım.

MÜCADELE ORTAKLIĞI ZEDELENECEĞİNE SEÇİMDE BİRLİKTELİĞİN OLMAMASI DAHA İYİYDİ

Peki ayrı listelerle seçime gitmek neye yol açtı? Ortak listeyle gidilseydi Emek ve Özgürlük İttifakı yüzde 10,56’nın üstünde oy alır mıydı?

Getirisi ve götürüsü üzerine etraflıca tartışmamız gerekir. Ama ayrı liste üzerinden yürütülen tartışmaların, bu nedenle tabanlarda oluşan gerilimin yaşanmaması bile başlı başına bir başarı olacaktı. İttifak olarak bizi geleceğe daha güçlü taşıyacak olan tabanda bir sinerjinin oluşmasıydı. Oysa tersi bir etki yaptı ve tartışmalar seçim gününe kadar devam etti. Bu süreç iyi yönetilmedi. Oysa kaybetsek de, kazansak da birlikte mücadele etme motivasyonunu kırmayacak bir duygu ortamı yaratmamız gerekiyordu. Mücadele ortaklığı zedeleneceğine, seçimde böyle bir birlikteliğin olmaması çok daha iyi olurdu.

Fakat sonuçta TİP ve HDP tabanlarında sosyal medyaya da yansıyan bir kırgınlık oluştu. Bu kırgınlığın sorumlusu da Emek ve Özgürlük İttifakı olarak sizlersiniz. Şimdi ittifak veya HDP ve TİP olarak bu gerilimi gidermek için nasıl bir çaba içine gireceksiniz?

Şu an karşımızda seçimi kazanmış ve Türkiye’deki muhalif güçlerin tümünü iç tartışmalara gömmüş bir iktidar var. İktidar, muhalefet olarak içimizdeki tartışmaları çeşitli yöntemlerle manipüle ederek yerel seçimlerde de ipi göğüslemek istiyor. Dolayısıyla bizim ittifaklardaki yanlışlarımızı, taktik ve stratejik hatalarımızı değerlendirmek ve bir daha aynı hataları tekrarlamamak için ittifakın bir araya gelmesi gerekiyor. Gerekirse günlerce tartışması gerekiyor. Halkın uyarıları ve önerileri alındıktan sonra bu tartışmalar belli bir olgunluğa, sonuca ulaştırılabilir. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bütün bileşenlerinin kamuoyu karşısına çıkıp, dar partici hevesleri bir kenara bırakarak ezilenlerin ortak mücadelesini örme iradesine sahip olduğunu göstermesi gerektiğini düşünüyorum.

TAHRİP EDİLMİŞ HER ZEMİN ELEŞTİRİ VE ÖZELEŞTİRİYLE AŞILABİLİR

Sizce bunun koşulları var mı?

Bizim HDP olarak esas eleştirimiz TİP’in ayrı listeyle seçime gitme kararıydı. Ama hiçbir HDP’li ittifaka son verelim gibi bir yaklaşım içinde değil. Diğer yandan HDP Kürt halkının maruz kaldığı zulmü, inkârı görmeyen, Kürt halkının varlık mücadelesini gözetmeyen, ona değinmeyen, değinmekten imtina eden hiçbir ittifaka da onay vermez. HDP Kürtlerin özgürlük istencinin de Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin de hilafına olan, dolayısıyla faşizmle uzlaşmaya eğilimli herhangi bir ittifak anlayışına zaten dâhil olmaz. Onun dışında tahrip edilmiş her zemin eleştiri ve özeleştiriyle aşılabilir.

O halde seçim sürecinde, sizin tabirinizle “tahrip edilmiş zeminden” çıkılabileceğini mi söylüyorsunuz?

Evet, çözebiliriz. Hatalarımızı, eksikliklerimizi cesaretle kabul edip mücadeleye odaklanmalıyız. Biz parti olarak da tabanımızın verdiği mesajdan ders çıkardık, çıkarıyoruz. Parti yönetimimiz, tüm kurullarımız, il-ilçe örgütlerimiz halkımızla cesaret içinde tartışacak, hatalarımıza dair değerlendirmelerin tümünü derleyecek ve buna göre yol alacak.

HALKIMIZ YÖNETİM OLARAK PRATİĞİMİZİ ELEŞTİRİYOR AMA SİYASİ ÇİZGİMİZİ DESTEKLİYOR

AKP’nin yoğun baskılarının Kürt milliyetçiliğini güçlendirdiği, fakat bu milliyetçiliğin de Türkiye sol, sosyalist hareketlerle beraber yol yürüyen HDP’ye, onun fikriyatına karşı yine devlet tarafından kullanılmak istendiği söyleniyor. Nitekim bazı Kürt milliyetçilerinin “artık Türk soluyla aynı çatı altında olmamalıyız” türü tepkileri de var. Bu ikilem karşısında ne yapacaksınız?

Bir kere ezilen Kürt halkının milli duygularını, ulusal hislerini çok iyi anlamak gerekir. Kürtlerin gözü kimsenin haklarında, özgürlüğünde, toprağında değil. Bu anlamda Kürtler halk olmaktan doğan haklarını istiyor, talep ediyor ve mücadelesini yürütüyor. Oysa Kürtlerin özgürlüğünü, haklarını tehdit olarak gören ve bunu engellemeye çalışan, devlet destekli milliyetçilik var ortada. Kürt siyasi hareketi Kürtlerin hakları için eşine az rastlanır bir direnç ve fedakârlıkla mücadele ederken, aynı zamanda tüm ezilenlerin özgürce yaşayabileceği bir Türkiye tahayyülü kuruyor. Kürtler uzayda değil, bu topraklar üzerinde yaşıyor. Milyonlarca Kürt Türkiye sınırları içinde bulunuyor ve onların özgürlüğü için bu ülkenin de demokratikleşmesi gerekiyor. Eğer HDP’nin bu yöndeki fikri temelleri Kürt halkında kabul görmeseydi zaten biz de bugünkü gücümüze erişemezdik. Bu anlamda bize muhalefet eden siyasetlerin aldığı oy oranlarına, bir de bizim gücümüze bakın.

Yani 14 Mayıs seçimlerinde yaşadığınız oy kaybı siyasi çizginizden kaynaklanmıyor mu?

Hayır, halkımız pratiğimizi eleştiriyor, yönetme biçimimizi eleştiriyor ama siyasi çizgimizi destekliyor. Oy kaybımız toplumun HDP fikriyatını benimsememiş olmasıyla ilgili değil, bizim parti ve ittifak olarak yaptığımız yanlış hesaplamalardan ve hatalardan, üzerimizdeki yoğun baskıların yan etkilerinden kaynaklanıyor. Ayrıca yeni bir partiyi (Yeşil Sol Parti) iki ay gibi kısa bir sürede, çok kıt olanaklarla, bunca yetersizlikle seçime sokmak ve buna rağmen 61 milletvekili çıkarmak gerçekten halkımızın yarattığı bir mucizedir. Kampanyamız çok dağınıktı, yetersizdi ve seçime çok az zaman kaldığı için Yeşil Sol Parti’yi tanıtamadık. Partiyi çok daha önce tanıtmaya başlayabilirdik ama Yüksek Seçim Kurulu seçime iki ay kala Yeşil Sol Parti’nin seçime girme yeterliliğini onayladı.

KILIÇDAROĞLU’NA DESTEK VERİRKEN MİLLET İTTİFAKI’YLA ARAMIZA BELİRGİN BİR ÇİZGİ ÇEKEMEDİK

Bunu öngörememiş miydiniz?

Mesele öngörüsüzlük değil; öncülük edebilecek arkadaşlarımızın önemli bir kısmı ya hapiste, ya sürgündeydi. Öte yandan Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’na destek vermemizin de bazı bölgelerde çok ciddi oranda geçersiz oy kullanımına neden olduğunu gördük.

Neden?

Çünkü tabana “Bir oy Yeşil Sol Parti’ye, bir oy Kılıçdaroğlu’na” mesajı verildi ama örgütlenme ağımız mührün aynı pusuladaki CHP ve Yeşil Sol Parti’ye basılma riskini, yanlışını bertaraf edecek kadar tabanımızı bilgilendiremedi. Aynı şekilde Kılıçdaroğlu’na destek verirken Millet İttifakı’yla aramıza belirgin bir çizgi çekemediğimiz için tabanımızdan CHP’ye oy kaymaları da oldu. Bu bir kampanya ve söylem hatasıydı.

Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’na destek verdiğinize pişman mısınız?

Halkımız bütün varlığıyla Erdoğan yönetimine ve onun yürüttüğü politikalara en fazla hedef olan, o politikalara karşı en fazla mağdur olan toplumsal yapıdır. Partisine kapatma davası, Kobanê kumpas davası ve daha nice politikalar bu iktidar eliyle yürütüldü. En etkili siyasi öncü kadrolarımızı içeri atan bu iktidardır. Kurullarımız “bunun karşısında durmak dışında bir seçenek var mı” diye tartıştı. Ortaya çıkan sonuç Kılıçdaroğlu’nu beğenmek veya tercih etmekle ilgili değildi. HDP ve onu destekleyen milyonlar açısından Erdoğan’a karşı olmak dışında bir seçenek yoktu. Bunun için Kılıçdaroğlu’na destek vermek önümüzdeki en makul seçenekti. Başka bir yol var mıydı, tartışılır.

ADAY ÇIKARMAMIZ VE ERDOĞAN’IN SEÇİLMESİ DURUMUNDA HDP GÜNAH KEÇİSİ OLURDU

Kendi adayınızı çıkarmak mesela?

Kendi adayımızı çıkarma konusunda bir ısrarımız da vardı ve bunu ilan etmiştik. Hatta tutum belgemizde de bunu belirttik. Ama o günün koşulları, üzerimizdeki kamuoyu basıncı, aday çıkarmamız durumunda bunun aleyhimize dönebileceği yönündeki değerlendirmeler belirleyici oldu.

Kendi adayınızı çıkarsaydınız ne olurdu?

Aday çıkarmamız ve Erdoğan’ın ilk turda seçilmesi durumunda HDP tek günâh keçisi olurdu. Ayrıca muhalif kamuoyunda Erdoğan’ın karşısına tek adayla çıkılması arzusu baskınken, çıkaracağımız aday, potansiyelimizin çok altında oy da alabilirdi. Tüm bunları göze alarak aday çıkarsaydık da, 28 Mayıs’ta yine Erdoğan’ın çıkması halinde bu sonuç bize fatura edilecek, “siz aday çıkardığınız için toplumdaki sinerjiyi engellediniz” denecekti. Belki de en büyük hatamız, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nu aşacak profilde bir aday belirleyememekti. Toplumun tümünün etrafında birleştiği üçüncü bir aday üzerine çalışmalar yürütüldü ama başarılı olunamadı.

HDP TÜRKİYE’NİN BATISINDA FAZLA KÜRT, DOĞUSUNDA AZ KÜRT OLMAKLA ELEŞTİRİLİYOR

Elde ettiğiniz sonuçlar size nasıl bir yol gösteriyor? Bundan sonra HDP daha fazla Kürt partisi olmaya mı yönelecek, yoksa aynı hatta devam mı edecek?

Kürt halkının mücadelesinin partideki temsiliyetiyle ilgili eksikliklerimizi elbette etraflıca tartışacağız. Kürt halkının hassasiyetlerinin yeteri kadar dillendirilip dillendirilmediğinin tespiti için de taban odaklı bir muhasebe ve tartışma sürecini yürüteceğiz. HDP’nin Kürt halkının taleplerine sırtını döndüğü yönünde bir eleştiri yok zaten. HDP’nin böyle bir yola sapması eşyanın tabiatına aykırı. Fakat dikkat edin HDP Türkiye’nin batısında fazla Kürt, doğusunda az Kürt olmakla eleştiriliyor.

Hangisi doğru?

İkisi de doğru, ikisi de yanlış. Bu kadar ayrıştırılmış bir toplumda, birbirinden farklı kesimlerin taleplerini aynı siyasi parti içinden mücadeleye dönüştürmek hem çok zor, hem de çok büyük bir yönetim kabiliyeti gerektiriyor. Bu kabiliyeti sergilemedeki eksikliklerimize dair eleştirileri kabul ediyoruz. O yüzden daha fazla çalışacağız. Ama böylesi bir siyasi hattı sürdürürken arkadaşlarımızın ödediği bedellerin de göz ardı edilmemesi gerekiyor.

Sonuç itibariyle “seçimlerde tökezledik ama düşmedik” mi diyorsunuz?

Tökezlemedik ama hata ve yetersizliklerimizi gidermek üzere sarsıcı bir mesaj aldık. Her yönetici bunun ağırlığını taşıyor ve derinliğine muhasebesini yapıyor.

MİLLETVEKİLİ ADAYI OLMAMAK KENDİ TERCİHİMDİ

Peki siz neden milletvekili adayı olmadınız?

Benim aday olmamam konusunda birçok yorum yapılıyor. Peşinen söylemeliyim ki, aday olmamak benim tercihim. Seçim komisyonumuz, kapatma davası nedeniyle siyasi yasak tehdidi altında olanların aday gösterilmemesi kriterini benimseyince, öncelikle parti yönetiminde olanlara bu kriterin uygulanması gerektiğini düşünenlerdendim. Bir kriteri yönetimde olanların herkesten önce kendilerine uygulaması daha doğru olacaktı. Dolayısıyla partinin belirlediği istisnaları hariç tutarsak siyasi yasak tehdidi altında olan bizler aday olmadık. Çünkü siyasi yasak geldiğinde partiye üye olamıyor, dolayısıyla TBMM’deki gruba giremiyorsunuz.

Önünüzdeki dönemde karşınızda bir de iktidar destekli HÜDA PAR meselesi olacak. Kürt milliyetçiliği söylemini de kullanan HÜDA PAR sizin açınızdan bölgede nasıl bir anlam taşıyor? Onun din ve milliyetçilik söylemiyle sizi zorlayabileceğini düşünüyor musunuz?

İktidarın Kürt halkının nazarında karşılığı olmayan bir muhataplığı inşa etmesi beyhude bir çaba. Daha önce de bu yöntemler denendi, sonuç ortada. Devlet imkânlarıyla ayakta tutulan yapay muhataplar, söylemde radikal ama özünde “sisteme entegrasyonu” dayatan sayısız aktör defalarca kullanıldı. Kürt halkının kendi emekleriyle, bedelleriyle var ettiği siyasi aktörleri muhatap almadıktan sonra istediğiniz kadar suni muhataplar üretin, boşuna.

Ama mesele sadece muhatap yaratmak değil, aynı zamanda sizin tabanınızı da başka yerlere kanalize etmek değil mi?

Bunu da defalarca denediler. 1990’lı yıllardan beri çok sayıda baskı politikasıyla, parti kapatmayla, hapsetmeyle halkı bu çizgiden uzaklaştırmaya çalıştılar ama Kürtler her seferinde kendi siyasi aktörlerini yeniden yarattı. Çünkü Kürt sorunu devam ediyor ve halkımız, bizim dayandığımız özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik mücadele siyasetini destekliyor.

KİMSE BASKIYLA ELDE EDİLMİŞ SEÇİM SONUCUNDAN TASFİYE HEVESİNE KAPILMASIN

Peki iktidarın sizi tasfiye etmeye yönelik çabalarında kısmen de olsa başarılı olduğunu düşünüyor musunuz?

Bilakis! Devlet veya iktidarlar Kürt sorununu muhataplarıyla diyaloğa dayalı, demokratik, barışçıl yöntemlerle çözmek yerine bu çözümü zorlayan siyaseti tasfiyeye odaklandıkça patinaj yapmaya devam edecek. Baskıyla, kapatma tehdidiyle, manipülasyonla, hileyle elde edilmiş bir seçim sonucundan kimse tasfiye hevesine kapılmasın. 14 Mayıs seçimleri bizim için sarsıcı bir dersti ama yenilgi değildi. Aksine şimdi dersimize çok daha iyi çalışacağız.

Oluşturulan yeni kabineye de bakıldığında, AKP’nin Kürt sorununun çözümü konusunda herhangi bir adım atacağını düşünüyor musunuz?

AKP dış politikasında yarattığı tahribatı gidermek, daha düne kadar düşman olarak gösterdiği tüm devletlerle gerilimi azaltmak, dünün düşmanlarıyla bugün dost olmak için çabalayacak. Peki bu çabayı neden Kürtlerle barışmak için de göstermiyor? Bu yol ve yöntemlerle şimdiye kadar acı çektirmek dışında ne yaptınız, nereye vardınız? Türkiye ekonomisinin, toplumsal yapısının halinden hiç mi ders çıkarılmıyor? Bir devlet oturup bunun muhasebesini yapmaz mı? Bu muhasebe yapılmadıkça, savaş politikalarında ısrar edildikçe gerileme ve çürüme devam eder.