HABER: BEKİR GÜNEŞ

Gazete Emek- DPI tarafından ‘Çatışma Çözümünde Zor Zamanların Üstesinden Gelmek: Kuzey İrlanda Deneyimi’ başlıklı çevrimiçi karşılaştırmalı çalışma toplantısı yapıldı. Toplantının en önemli katılımcıları arasında eski İrlanda Başbakanı Bertie Ahern yer aldı. Çatışmaların ve çözüm sürecinin en yoğun olduğu dönemde İrlanda'da Başbakanlık yapmış olan Ahern, Hayırlı Cuma anlaşmasının da müzakerelerini yaptı. Ahern o dönem barış sürecini nasıl yürüttüklerini ve yaşadıkları zorlukları anlattı. 

Başarılı bir barış sürecinin adım adım ve uzlaşı ile olacağını belirten Ahern, tüm tarafların sürecin içinde olmasının da çok önemli olduğunu ifade etti. Ahern ayrıca Türkiye'deki çözüm sürecinde en çok eleştirilen konulardan biri olan muhalefetin bilgilendirilmediği konusunda ise her hafta muhalefeti bilgilendirdiğini vurguladı. 

BERTİE AHERN'İN ANLATTIKLARI ŞU ŞEKİLDE:

Dublin ve Belfast arasındaki ilişki düşmancaydı. Birkaç yüz bir metre olmasına rağmen durum böyleydi. 60'lardan sonra durum daha da ağırlaştı. Katolikler ayrımcılığın sona ermesi için mücadele ettiler. Bizim yapmaya çalıştığımız şey barışın tessis edilmesiydi. Başarılı bir uzlaşı için barış adım adım aşamalı bir şekilde inşa edilir. Tony Blair ile birlikte bizim görevimizdi bu barışı sağlamaktı. Bizlerin bu kararı vermemiz çok önemliydi. Birbirine söyleyecek tek bir olumlu söz yoktu. Amacımız olabildiğince insanları ikna etmekti. En ufak bir meselede bile insanları bir araya getirmeye çalıştık. 2006'da başladık ve 2007'de tam anlamıyla başardık. 97'de başladık ancak 2007 yılı tarihi olarak bunu tamamen tarihe izini bıraktığı yıl olabilir. Çatışma koşulları farklıdır. Bizim durumumuzda bazı öğeler var. Çatışma ve çözüm yoları denebilir. Geniş bir kabulün olması gerekiyor. Mevcut statükonun devam etmeyeceğine herkesin ikna olması gerekiyor. Şiddetin ötesine geçmek için uzlaşı önemli. Mümkün olduğunca kapsamlı olmalı. 2 egemen hükümetin oturması ve müzakere etmesi gerekiyor. Taraflardan hiçbiri doğrudan şiddete müdahil olmamıştı. Burada ahlaki ve pratik bir siyaset söz konusu. Burada taraf olanlar eğer müzakerelere katılmazsa barış görüşmelerini yapamazsınız. Ben ve Tony Blair birlikte bunu yaptık ve tarafları müzakereye dahil ettik. Kilit bir karar olarak tarafların müzakerelere dahil olması çok önemli. Diyalog tesis etmek barış tesis etmenin en önemli yoludur. 

"KONUŞMAZSANIZ, DİYALOG KURMAZSANIZ ÇÖZÜM OLMAZ"

Konuşamazsanız diyalog kuramazsanız şiddeti durduramazsınız. Eğer bunları yapmasayıdık sonraki nesiller aynı şekilde devam ederdi. İrlanda diyalogun çok iyi bir şekilde mümkün olduğunu gösterdi. Paramiliter gruplara da bunu aktardık. Diyalog çok önemli. Kapsamlı bir şekilde yürütüldü meseleler. Çiftçilerle siyasi partilerle olan gruplarla da görev aldım ben. Kenarda ellenmemiş bir mesele bırakmamak en iyisi. Mahkumların serbest bırakılması ya da anayasanın değiştirilmesi gibi. Bu meseleler 9 yılımızı alsa da kapsamlı bir şekilde yaptık. Görüşmeden konuşmadan önce silahların teslim edilmesi gerekiyordu. Eğer silahlar bırakılmasaydı bu görüşmeler olmayabilirdi. Kendinizi diğer tarafın yerine koymanız gerekir. Taraflar birbirini tanımıyor ve güvensizlik var. İrlanda hükümeti ne birlikçilerle ne de protestanlarla temasa geçmemişti. Ben birlikçilerle temasa geçtim. Benim tanımam onları anlamam ve tam olarak yakından tanımam gerekiyordu. Müzakerecilerin insanlara görünmesi gerekiyor bu çok önemlidir. Bill Clinton bize çok destek oldu.

BERTİE AHERN KİMDİR?

"Bertie Ahern, 26 Haziran 1997 – 7 Mayıs 2008 tarihleri arasında İrlanda
Cumhuriyeti Başbakanı olarak görev yapmıştır. Başbakanlık görevinin ilk
dönemindeki en belirgin gelişme Hayırlı Cuma Anlaşması müzakereleri
olmuştur. Hayırlı Cuma Anlaşması üzerine yaptığı çalışmalarla Britanya ile
Kuzey İrlanda arasında barışı teşvik ettiği için 24 Eylül 2003 tarihinde
Birleşik Krallık Başbakanı Tony Blair ile ortaklaşa Thomas J. Dodd
Uluslararası Adalet ve İnsan hakları Ödülüne layık görülmüştür. Yine 22 Mayıs 2008 tarihinde Belfast’ta
bulunan Queen's Üniversitesi tarafından barış sürecinde yaptıkları çalışmalar sebebiyle Tony Blair ile
Bertie Ahern’e fahri doktora ünvanı verilmiş, törende konuşma yapan Üniversite Rektörü George
Mitchell tarafından ‘köprüler oluşturan barış insanı’ olarak takdim edilmiştir."

AB de o dönem çok ciddi kaynak desteği verdi. Bizim diasporamız da ABD ve Kanada'da bulunuyor. Çok ciddi bir destek verdiler. 44 milyon insandan bahsediliyor diasporadan. Dış oyuncular ve harici oyuncular baya bir enerji kattılar. Çok yardımcı oldular. Her şey her mesele birbiri ile bağlantılı artık. Ben Londra ve Washington'da çalışmalar yaptım. Orada bizi taktir ettiklerini gördüm. Tarihte olumlu bir iz bırakmak hiç kolay değil. İrlanda'da yüzyıllar boyunca yaşanmış bu çelişkiden sonra taraflar kendilerini başka hisslerde bulabiliyor. Zaman zaman tansiyon yüksekliklerine tanıklık edebiliriz. Ama hasas davranmamız gerekiyor. Kuzey İrlanda yüzücü kuruluş yılını kutluyor. İnsanlar artık tarihimizi daha iyi anlıyor. 4-5 yıldır devam eden bir süreç var. Tamamen kararlılık ve diyaret gerektiriyor. Vazgeçmemek gerektiyor. Ben Kuzey İrlanda'da zaman zaman vakit kaybettiğimizi düşünürdüm ama basın açıklamalarında genellikle olumlu taraflardan bahsederdim. Hep iyimser olmaktan yana olduk. Aynı zamanda bir yol bulmak gerekiyor. Sonucunun onaylanması gerekiyor. Biz referandumda halka sorduk ve halk onayını verdi. Mahkumlar barışın tesis edilmesine çok katkıda bulundular. Hapishanelerden çıkan eski mahkumların çok öfkeli olduğunu biliyorum. Kuzey İrlanda'ya baktığımızda Blair ve ben uzun soluklu sürecin içindeydik. Dolayısıyla 800 yıllık bir tarihi özetlemeye çalıştık. 

"İLK YILLARDA HERKES BİRBİRİNE VATAN HAİNİ DİYORDU"

Özellikle ilk yıllarda herkes birbirine 'vatan haini' diyorlardı. Biz hiçbir zaman yuvarlak masa toplantısı yapmadık tüm tarafların olduğu. Çok çok azdı. Taraflarla konuştuk ama bunu bireysel yaptık. Genelikle 10 taraf vardı. Onlarla bir araya gelirdik ne istiyorlar ne talep ediyorlar onları konuşurduk. Onları anlamaya çalıştık. Hep taraflarla konuştukça şunu görmeye başlıyorsunuz bazı konular toplu konuşulmayacak bazıları ise her yerde konuşucak konular oluyor. Bir takım tavizler verilmeye başlanıyor karşılıklı. Hepsi aynı anda bir masanın etrafında toplarsanız sizi bile öldürebilirler. En iyisi insanların birbirini öldürmemesi değil mi şiddetin son bulması değil mi? Bir takım ortak paydaları bulmaya çalıştık tabi bunu yaparken de yavaş yavaş yapmaya çalıştık. 

"TÜM TARAFLARIN GÖRÜŞMELERE KATILMASI ÖNEMLİ"

Herkesin görüşmelere angaje olması tabi çok önemli. Tony Blair ile birlikte taraflarla görüşürdük. Zaman zaman Blair ile görüş birliği içinde olmadığımız da oldu. Müzakerelerde mümkün olduğunca şefaf olmak herkesi bilgilendirmek herkesi haberdar etmek çok önemli. Herkesin eşit şekilde haberdar olması lazım. Her konuda mutabakat olmadan hiçbir konuda mutabakata varmayacağız derdik. Benim tavsiyem şu olabilir. Brifing toplantıları olmalı. Çok yazılı belge olmasın sözlü bir şekilde görüşemelerin yapılması çok önemli. Kolluk kuvvetleri tamamen a'dan Z'ye reforme edildi. Kolluk kuvvetlerine güvenilmiyordu biz çok çalıştık bu alanda. 

"MUHALEFET LİDERLERİ İLE HER HAFTA GÖRÜŞÜRDÜM"

Müzakereler esnasında kayda değer bir şey olduğunda ya da bir sıçrayışa ya da sorun yaratacak bir şey olduğunda ben muhalefet liderlerine söylerdim. Onları arardım ve başsavcı ile birlikte odamda onları bilgilendirirdim. Parlementoda her hafta en az 1 saat soru cevap düzenlerdik. Muhalefet sorardı biz cevap verirdik. Benim dönemimdeki partiler iyi bir noktadaydı. 10 husus varsa 8'i konusunda aynı noktada buluşabiliyorduk. Parlementoya getirilmesi bu müzakerelerin çok sorun olmadı çünkü her hafta onları bilgilendiriyorduk. Ben başbakan olarak müzakereleri parlemento ortamında yapamazdım. 98 yazından 98 mayısına kadar devam etti. En çok ayrıntılara takıldığımız dönem o dönem oldu. Aslında 10 yıllık bir süreçten bahsediyoruz. 3 kritik nokta oldu sürecin akameye uğrayacağı. Parlemento ve yürütme çöktü. Kolay değildi bizim sürecimiz. Bir taraf 2006 yılına kadar dahil olmadı. Her hafta birkaç günümüzü buna ayırıyorduk. Her hafta en az 2 günümüzü buna ayırıyorduk. Genellikle hafta sonu oluyordu çünkü hafta içi başka meselelerle uğraşıyorduk. Belki yapmamam gereken şeyler de yaptım belki görüşmemem gereken kişilerle de görüştüm. Tony Blair büyük bir ülkenin başbakanı olarak çok vakit ayırdı. 

"BREXİT TAM BİR FELAKET OLDU"

Brexit tam bir felaket oldu. Bizim perspektifimiz bu şekilde. Hiçbir zaman Birleşik Kralık'ın AB'den ayrılmasından bahsetmemiştik. Gecenin en son saatlerinde içerken konuşurken bile bahsetmemiştik böyle bir ihtimalden. Şimdi yapılacak anganjmanlerla bir teknik sırın söz konusu olacak. Boris Johson eğer bu anlaşmaya sadık kalırsa Kuzey İrlanda için iyi bir anlaşma olabilir. Brexit kesinlikle ilişkilerimizi çok zorladı diyebilirim. 

"HER ZAMAN BİR ÇÖZÜM VARDIR"

Ben her zaman iyimser bakarım hayata. Birçok bakanlık ve uzun süre başbakanlık yaptım. Her zaman bir çözüm vardır diye düşünüyorum. Engellekteüel bir çaba gösterilirse çözümün olacağını düşünüyorum. Siyasi çabalar sayesinde bir çözüm bulunabilir diye düşünüyorum. En azından hayatınızda şiddeti çıkarıp kötü hisleri çıkarırsanız çözülür. İrlanda'da bardağın yarısının dolu olduğunu düşünmek yarısının boş olduğunu düşünmekten iyidir. İnsanlara baskı uygulamak hiçbir çözüm değil. İrlanda bunu yüz yıllarca yaptı bir işe yaramadı. Hayırlı Cumların başka yerlerde de hayata geçmesi mümkündür. 

Kuzey İrlanda Sorunu: 1968-1998 (DPI TARAFINDAN DERLENDİ BU BİLGİLER)

Kuzey İrlanda’daki çatışmanın tarihi yüzyıllar öncesine dayanmaktadır. 16. yüzyılda İngiliz Kralı 8. Henry’nin İrlanda’yı İngiliz kontrolü altına alması sonucu, 17. yüzyılın başlarında Kuzey İrlanda’ya çoğunluğu Protestan olan İngiliz ve İskoç nüfus göçü yaşanmıştır. Kuzey İrlanda’ya yerleşen İngiliz ve İskoç kökenli bu Protestan nüfusa, İngiliz monarşisi tarafından, Katolik olan yerli İrlanda halkından ele geçirilen topraklar verilir. Bu şekilde İrlanda'nın yerli sakinlerinin zorla yerinden edilmesi, yüzyıllarca sürecek etnik ve milliyetçi bölünmelere de zemin hazırlar. Bu bölünmeler, İngiliz monarşisinin İrlanda kültürünü ve dilini baskı altına almak da dâhil olmak üzere, şiddetli ve baskıcı yönetiminin devam etmesi sonucu daha da şiddetlenir.

1800’de İrlanda resmi olarak İngiltere ile birleşir ve Birleşik Britanya Krallığı ve İrlanda adını alır. 1919 ve 1921 yılları arasında ise İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) Britanya’ya karşı, iki bin kişinin hayatını kaybettiği, İrlanda Kurtuluş Savaşını verir. Savaştan sonra, İngiliz hükümeti İrlanda’yı, Kuzey İrlanda’nın oluşturulmasına işaret edecek olan, iki ayrı yargı/yetki alanına ayırır. Protestan nüfusun çoğunlukta olduğu Kuzey İrlanda’yı oluşturan altı bölge Birleşik Krallık’a bağlı kalmayı tercih eder. Nüfusunun çoğunluğu Katoliklerden oluşan 26 bölge ise, İngiliz İmparatorluğu’nun egemenliği altında kalmak kaydıyla, Özgür İrlanda Devleti olarak adlandırılır. 1931’de Özgür İrlanda Devleti önce yasal bağımsızlığını kazanır, 1937’de yeni bir anayasa yapar ve 1949’da ise tam bağımsızlığını elde eder. Kuzey İrlanda bugün olduğu gibi, o dönemde de Birleşik Krallık’ın parçası olarak kalmaya devam edecektir. Tüm bu süreçler içinde ve 20. yüzyılın büyük bölümü boyunca, Protestanlar Kuzey İrlanda siyasetine egemen ve sivil haklar bakımından Katoliklere kıyasla ayrıcalıklı bir konuma sahip olurlar. Kuzey İrlanda’daki Katolik İrlandalılar özellikle istihdam ve konut tahsisinde ayrımcılığa uğrarlar. Bu yüzden Kuzey İrlanda’da Katoliklerden oluşan milliyetçi-cumhuriyetçi hareket, öncelikle Katoliklerin Protestanlarla eşit muamele görmesi ve ayrıca Kuzey İrlanda’nın Güney (İrlanda Cumhuriyeti) ile birleşmesi; yani Kuzey ve Güney İrlanda arasındaki bölünmenin kalktığı birleşik bir İrlanda için mücadele etmeye başlar. Ağırlıkla Protestan olan Birlikçiler ya da Sadıklar ise, Kuzey İrlanda'nın Britanya’nın bir parçası olduğunu, Kuzey İrlanda ve İngiltere arasındaki yakın ilişkilerin sürdürmesi gerektiğini savunur.

1960’lı ve 70’li yıllarda Kuzey İrlanda'da her iki tarafta da bir paramiliter örgüt ağı kurulur. Kendilerine “IRA” adını veren birkaç farklı cumhuriyetçi militan grup ortaya çıkar. Bunların en büyüğü Geçici IRA’dır. Karşı tarafta ise Ulster

Gönüllü Gücü ve Ulster Savunma Birliği gibi İngiltere- Kuzey İrlanda birliğini destekleyen militan gruplar vardır. Protestan Birlikçiler (İngiliz ordusu tarafından desteklenirler) ve Katolik Cumhuriyetçiler arasındaki bu gerginlik, 1960’ların sonuna gelindiğinde giderek daha şiddetli bir hal alır. Gerilla savaşına dayanan, her iki tarafın da zaman zaman sivilleri hedef aldığı şiddet dönemine, ülkede “Sıkıntı Yılları” denmektedir. Silahlı çatışma döneminin en kötü olaylarından biri ise “Kanlı Pazar” olarak tarihe geçer. 1972'de İngiliz ordusunun Kuzey İrlanda'nın Derry şehrinde 28 silahsız protestocuya saldırması sonucunda, 14 sivilin öldürülmesiyle sonuçlanan olay Cumhuriyetçiler arasında derin bir İngiliz karşıtı duygu uyandırır. İki taraf arasında 1968’den 1998’e kadar; yani 30 yıl boyunca süren silahlı çatışmalarda, yarısı sivil olmak üzere 3.500’den fazla kişi hayatını kaybeder. Bu rakam ülkenin nüfusu göz önünde bulundurulduğunda oldukça yüksek bir orana tekabül etmektedir.

Barış Süreci

1993'te İngiltere Başbakanı John Major ve İrlanda Başbakanı (Taoiseach) Albert Reynolds, Downing
Street Deklarasyonu olarak bilinen ortak bir açıklama yaparlar. Bu kamuoyu beyanı ile birlikte İrlanda
halkının kendi kaderini tayin etme hakkı tanınır ve Kuzey İrlanda'nın gelecekteki statüsünün, ülkede
nüfusun çoğunluğunun kararına göre değişebileceği açıklanmış olur. Bu karar aynı zamanda Birleşik
Krallık ve İrlanda hükümetlerinin çatışmayı sonlandırmaya dönük barışçıl bir yol arayışı içinde
olduklarını ve birlikte hareket ettiklerini kamuoyunun bilgisine sunar. Akabinde 1994'te IRA ateşkes
ilan eder, kısa bir süre sonra da karşı cephedeki Birlikçi paramiliterler de aynı kararı alır.
Müzakereler yavaş bir başlangıç yapar. Zira taraflar arasında silahların bırakılmasının nasıl
gerçekleşeceği konusunda anlaşmazlıklar ortaya çıkar. IRA, silah bırakmayı, tam teslimiyetle eşdeğer
ve dolayısıyla kabul edilemez olarak görürken, İngiliz hükümeti ve Birlikçi liderler, tüm paramiliter
gruplar tamamen silahsızlanana kadar müzakereleri başlatmayı reddederler. Bu çıkmazı çözmek için,
İngiltere ve İrlanda hükümetleri 1995 yılında, “silahsızlanma sürecinin barış müzakerelerine paralel
olarak ele alınacağı” “iki yollu” bir yaklaşımı benimsediklerini duyururlar. ABD'li politikacı George
Mitchell’ın başında olduğu uluslararası bir komisyon, silahsızlanma konusunda bağımsız bir
değerlendirme sağlamak ve taraflara bir eylem planı önermek üzere süreç için görevlendirilir.
Uluslararası bu üçüncü taraf, müzakere taraflarının uyması için “Mitchell İlkeleri” olarak bilinen bir dizi
kriter yayınlar ve bu ilkeler çatışmanın taraflarının sürece bağlılıklarını güçlendiren bir işlev görecektir.
Mitchell Prensipleri aşağıdaki gibidir:
1. Siyasi meseleleri demokratik, kapsayıcı ve barışçıl bir yöntemle çözmek;
2. Tüm paramiliter örgütlerin silahsızlanmasını sağlamak;
3. Silahsızlanma sürecinin doğrulanabilmesi için bağımsız bir komisyonunun şahitliğini kabul
etmek;
4. Müzakerelerin gidişatını ve sonucu etkileyebilecek olan şiddet kullanımından feragat etmek,

şiddet kullanan ya da tarafları ve kamuoyunu şiddet kullanmakla tehdit eden gruplara karşı
çıkmak;
5. Müzakereler sonucunda varılan anlaşmanın şartlarına uymak; anlaşmada kabul
edilmeyen hususları değiştirmek için yalnızca demokratik ve barışçıl yöntemlere başvurmak;
6. Bir ceza yöntemi olarak öldürmelere yahut şiddet uygulamaya son vermek ve bu tür
eylemleri önlemek için etkili adımlar atmak.

Mitchell Prensipleri başlangıçta çatışmanın her iki tarafında da karışık duygular uyandırır. İlkeler her iki tarafın sağduyulu kesimlerince kabul görürken, her iki cephede de radikal gruplar ilkelere uymayı reddeder. Müzakerelerde ilerleme sağlanamayınca, IRA 1996’da ateşkesi iptal eder ve aynı yıl Londra ve Manchester'da 2 kişinin ölümü ve yüzlerce kişinin yaralanması ile sonuçlanan iki bombalı saldırı gerçekleştirir. 1996 ve 1997 yılları bu bombalama eylemleri ve her iki taraftaki radikal grupların müzakerelerin başarısızlığa uğraması için yaptığı türlü engellemelerle karşılaşır. Bombalama eylemlerinde görüldüğü gibi tam olarak şiddeti önleyemese de, zaman geçtikçe Mitchell Prensipleri barış sürecinin ilerleyebilmesi için gerekli ve temel ilkeler olarak kabul görür. 1997 yılında barış süreci ivme kazanır ve her iki taraf da sonunda Mitchell İlkeleri'ni kabul eder. Böylece önce müzakereler için bir çerçeve üzerinde anlaşmaya varılır, sonrasında ise yapılandırılmış görüşmelerde taraflar bir araya gelir. 1997'de İngiltere'nin Başbakanı olarak Tony Blair'in seçilmesi, müzakereleri ileri bir aşamaya taşır.

 Taraflar arasındaki görüşmeler sonunda, 1998 yılında “Hayırlı Cuma Anlaşması” (GFA) olarak bilinen Belfast Anlaşması imzalanır. Hayırlı Cuma Anlaşması, 3 ana başlıktan oluşmaktadır. Birinci ana başlık Kuzey İrlanda ve Birleşik Krallık arasındaki ilişkileri düzenler. Buna göre Kuzey İrlanda Meclisi ve Kuzey İrlanda Bölgesel Hükümeti kurulur. Böylece Kuzey İrlanda’nın
Birleşik Krallık’taki yasama bağımsızlığı güçlendirilir. Anlaşmanın ikinci başlığı, Kuzey ve Güney İrlanda arasındaki ilişkileri düzenler ve İrlanda Cumhuriyeti ile Kuzey İrlanda arasındaki diyaloğu ve işbirliğini güçlendirmek için çeşitli kurumlar kurulur. Üçüncü ana başlık gereğince ise İngiltere-İrlanda Konseyi de dahil olmak üzere, İngiltere ve İrlanda arasında işbirliğini teşvik etmek için bir dizi kurum
oluşturulur. Öte yandan Hayırlı Cuma Anlaşması ile insan haklarının temel ilkeleri, şiddetin terk edilmesi (militan grupların daimi silahsızlanması da dahil olmak üzere) ve Kuzey İrlanda'nın gelecekteki
statüsüyle ilgili olarak kendi kaderini tayin hakkı da kabul edilmiştir. Anlaşmanın en önemli sonucu ise Milliyetçi ve Birlikçi taraflar arasında eşit bir iktidar dağılımı oluşturmak için mutabık kalınan bir güç
paylaşımı sistemi kurulmasıdır. Hayırlı Cuma Anlaşmasının en tartışmalı ve dikkat çekici konularından biri ise “Polis Reformu”dur. Çatışmanın sürdüğü yıllar boyunca, yüzde 90’ı Protestanlardan oluşan ve Katolik nüfusa karşı insan hakları ihlalleri ve aşırı güç kullanımı gibi uygulamaları nedeniyle Cumhuriyetçiler tarafından anti- Katolik bir kurum olarak görülen ve Milliyetçi paramileter gruplarca pek çok kez hedef alınan Kraliyet Ulster Polis Teşkilatı’nda, Hayırlı Cuma Anlaşması ile birlikte değişime gidilir. Kurumun öncelikle ismi değişir ve kurum İrlanda Polis Teşkilatı ismini alır. Teşkilattaki eşitsiz Protestan-Katolik personel dağılımını ortadan kaldırmak için bir dizi olumlu eylem ilkesi benimsenir ve uygulanır. Yanı sıra polis teşkilatının, şikâyetleri bağımsız olarak ele alması ve işleme koyması için kurum bünyesinde bir ombudsmanlık sistemi kurulur. Son olarak Kuzey İrlanda'daki tüm polis memurlarına insan haklarını


korumak için meslek yemini etme kriteri getirilir. Tarafların Hayırlı Cuma Anlaşmasını imzalamalarını takiben, Anlaşma İrlanda Cumhuriyeti ve Kuzey İrlanda’da eş zamanlı olarak 22 Mayıs 1998’de halk
oylamasına, yani referanduma sunulmuştur. Hayırlı Cuma Anlaşması İrlanda Cumhuriyeti’nde yüzde 94, Kuzey İrlanda’da ise yüzde 71 “Evet” oyuyla kabul edilir. 

Mevcut Durum

Hayırlı Cuma Anlaşması’nın uzun süreli etkinliği, geçtiğimiz yıl koalisyon esasına dayalı6 Kuzey İrlanda
Bölgesel Hükümetinin çökmesi ve buna bağlı olarak yetki paylaşımı ilkesinin dondurulması nedeniyle
zor bir dönemden geçiyor. Sinn Fein’in lideri olan ve 2007 yılından beri başbakan yardımcılığı yapan
IRA’nın eski liderlerinden Martin McGuinness, hükümet ortağı Demokratik Birlik Partili (DUP) Başbakan
Arlen Foster’ı Yenilenebilir Isı Teşviği (RHI) ile ilgili harcamalarda usulsüzlük yapmakla suçlamış ve
konunun tüm boyutları ile araştırılabilmesi için istifasını talep etmişti. Foster’ın hem iddiaları hem de
araştırma teklifini reddetmesi üzerine, McGuinness 2017’nin Ocak ayında istifa kararı aldı.
McGuinness’ın istifası otomatik olarak Foster’ı da yerinden etti. Mart 2017’de erken seçime giden
Kuzey İrlanda’da, DUP ve Sinn Féin yeniden iki büyük parti olarak meclise girdi fakat hiçbir parti
çoğunluğu sağlayamadı. Ayrıca Sinn Féin, DUP ile işbirliğine devam etmeyeceğini açıkladı. Şu an
taraflar arasında hükümetin kurulması için yürütülen koalisyon müzakereleri sürüyor fakat henüz
anlaşma sağlanamadı ve bir anlaşmaya varılana kadar Kuzey İrlanda Bölgesel Hükümeti esasen
tamamen işlevsiz halde.


İngiltere’de devam eden Brexit müzakereleri de benzer şekilde Hayırlı Cuma Anlaşması’nın istikrarını tehdit eden bir başka unsur. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkış sürecinde, eğer İngiltere ve AB arasında bir anlaşma sağlanamazsa, İrlanda ve Kuzey İrlanda arasında, çatışma döneminde olduğu gibi “sert bir sınır” çizilebilir. Bu da Kuzey İrlanda’da potansiyel olarak gerilimin geri gelmesine ve barışın bozulmasına sebebiyet verebilir. Hem İngiltere ve hem de AB, İrlanda ve Kuzey İrlanda arasındaki sınırın açık tutulmasına olan bağlılıklarını dile getirdiler ama bu amaca yönelik henüz pratik bir çözüm belirlenmedi. 2016’da İngiltere’nin AB’den çıkışının oylandığı referandumda Kuzey İrlanda’nın yüzde 56’sı İngiltere’nin AB’de kalması yönünde oy kullanmıştı. Öte yandan AB ve Birleşik Krallık arasında yürütülen ayrılık (Brexit) müzakerelerinde, AB’nin yaptığı “uzlaşılmış bir alternatif olamaması durumunda, Kuzey İrlanda, AB Gümrük Birliği içerisinde yer alır ve ürünlerde AB mevzuatları geçerli olur” önerisi DUP tarafından kabul görmüyor ve DUP Kuzey İrlanda’nın da İngiltere, İskoçya ve Galler ile aynı şartlara tabii olmasında ısrar ediyor. Kuzey İrlanda'da sınırlı özerkliği düzenleyen yasaya göre bölgesel hükümet ayrılıkçı ve birlik yanlısı en büyük iki partinin güç paylaşımına dayalı olarak kurulmak zorunda. Kamarası'ndaki çoğunluğunu kaybeden Theresa May liderliğindeki Muhafazakar Parti’nin mecliste 10 milletvekili bulunan DUP ile azınlık hükümeti kurması, Brexit müzakerelerinde DUP’in önemini daha da kritik hale getiriyor.