Gazete Emek- Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan, cuma günü yüksek enflasyon ortamında ücretlerin eridiğini, kendilerine düşenin ise enflasyonu kalıcı şekilde düşürmek ve istikrarı sağlamak olduğunu söyledi. Merkez’in teknikerleri sadece birkaç ayda enflasyon hedefinden üçte bir oranda sapsa da, programdan sapmadı. Başarısız da olsalar bilindik ezberi tekrarladılar: Ücretler artarsa, şirket maliyetleri artar ve şirketler fiyat artırırlar. Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Mustafa Gültepe de, “Ülke (Gültepe cümlesini daha sonra ‘firmalar’ şeklinde revize etti) batıyor; yüzde 50 faizle bir ülkenin ayakta kalma şansı yok. Asgari ücrette insanların geçimini destekleyecek ve rekabeti güçlendirecek oran belirlenmeli” diyordu. Havsalasında şirketler ile ülkeyi özdeşleştiren Gültepe de piyasanın teknikeri Karahan da benzer argümanı farklı cümlelerle tekrarladı.
Bu iki argüman çok eskidir: İstihdam daha maliyetli hale gelirse, ücretleri artırmak en çok yoksullara zarar verir. Marx, tam da 1865’te bu argümanı çürütmek için “Kapital” çalışmalarına ara verdi.
Uluslararası İşçi Birliğinin 2 ve 23 Mayıs 1865 tarihlerindeki Genel Kurulunda konuşan John Weston, emek ücretlerinde genel bir artışın işçilere bir yarar getirmeyeceğini savunmuş ve buradan sendikaların “zararlı” olduğu sonucunu çıkarmıştı. İşler zorlaşacak, enflasyon artacak, işsizlik çoğalacaksa neden ücretler artsın denilsin ki?
Weston’ın teorisi Marx’a gülünç geldi. Ekonomiyi bir çorba kasesine benzettiler. Weston, “Eğer kasede belli sayıda insanın içmesi için belli miktarda çorba varsa, kaşıkların büyümesi çorbanın artması sonucunu doğurmaz” diyordu.
Marx, Weston ile açıkça dalga geçti. Marx’a göre insanların daha fazla çorba içmesine engel olan şey, ne kasenin küçüklüğü ne de çorbanın yetersizliğiydi; ellerdeki kaşıklar küçüktü. İşçiler biraz daha geniş kaşıklar talep etselerdi -kapitalistlerin kârlarını yiyerek- kapitalistler bunu fiyatları yükselterek telafi edemezler miydi? Marx’a göre pek sayılmaz, çünkü kapitalistler birbirleriyle de rekabet halindedir. Bu yüzden istedikleri gibi sonsuz fiyat artıramazlar.
Piyasanın sözde bağımsız teknikerleri; fiyatları kontrol eden, enflasyonu yaratan piyasaya değil; gelirlerinin tamamını geçim araçlarına harcayan ücretlilere öfke kusuyor ve parmak sallıyor.
“İleriye dönük endekslemeye geçmeliyiz” diyerek enflasyon oranında ücret zammının dahi en çok ücretlilere zarar vereceğini iddia ediyorlar. Aynı sesi çıkaran, asgari ücret masasına işçi sendikalarından önce oturanlar var: Deutsche Bank, JPMorgan, HSBC, S&P… Uluslararası finans, finansal varlıklarını aşındıran enflasyonu dizginleme talimatı verdikleri Merkez’e artık daha sert parmak sallıyor.
Uluslararası sermaye, devlet ve iktidar yekvücutken, tam 4 ay önce masada bir araya gelen, ortak açıklama yapan işçi sendikaları konfederasyonları Türk-İş, Hak-İş ve DİSK ne diyordu:
Vergide adalet istiyoruz.
Enflasyonla mücadele ücretleri düşük tutarak sağlanamaz
Asgari ücret acilen artırılmalıdır.
Kamuda ücret dengesizliği sona erdirilmelidir.
En düşük emekli aylığı asgari ücret tutarında olmalıdır.
Sendikal örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılmalıdır.
Kamu taşeron işçileri daimi kadroya geçirilmelidir.
Tasarruf tedbirleri gerekçesiyle çalışanların hakları aşındırılmamalıdır.
İş kazaları ve meslek hastalıkları önlenmelidir.
Çalışma hayatında ayrımcılık son bulmalıdır.
Sendikacılar, bildiriyi şöyle bitiriyordu: “İşçi sınıfının önündeki bu engellere ve işçilerin yaşadığı bu sorunlara karşı üç işçi konfederasyonu olarak bizlerin ortak tutum alması ve geçmişte olduğu gibi birlikte hareket etmesi hem bir sorumluluk hem de üyelerimize karşı bir görevdir.”
Şimdi fikri takip yapalım:
4 ayda patronların ödediği vergi, toplam vergi gelirleri içinde yüzde 12’ye kadar düştü.
Enflasyonla mücadelenin en önemli dinamiği hâlâ eritilen reel ücretler.
Asgari ücrete kuruş zam yapılmadı.
Kamuda ücret dengesizliği bitmedi.
En düşük emekli aylığı asgari ücretten yüzde 26.47 daha düşük.
4 ayda binden fazla işçi sendikalaştığı için işten atıldı.
Taşerona kadro verilmedi.
Emeğin hakları aşındı.
Sınıfsal ayrımcılık derinleşti.
Erdoğan, Merkez Bankası, Mehmet Şimşek, TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB, Türkiye İhracatçılar Meclisi, Deutsche Bank, JPMorgan, HSBC, S&P, Moody’s, Barclays… Türkiye’de devlet, ulusal ve uluslararası sermaye o asgari ücret masasına çoktan oturdu.
16.5 milyon işçiyi temsil eden Türk-İş ne yapıyor? Ne ile meşgul? Biz söyleyelim: Hazırladığı enflasyon verilerini (açlık ve yoksulluk sınırı) 5 aydır İTO ve TÜİK enflasyonunun altına çekerek açlık ve yoksulluk sınırını reel olarak düşürmekle meşgul.
Türk-iş, haziranda TÜİK’in 32’de 1’i kadar enflasyon açıkladı. Temmuzda TÜİK’in enflasyonunun yarısından azdı. Ağustosta TÜİK’e göre fiyatlar, Türk-İş’ten 19 kat daha hızlı arttı.
Türk-İş yoksulluk sınırı, mayısın ardından Türk-İş’e göre değil TÜİK verilerine göre belirlenseydi bugün 70 bin 371 lira olacaktı. Bugün 66 bin 553 lira. Açlık sınırında aynı hesap, 20 bin 432 lira değil 21 bin 602 lira olacaktı. Kasım enflasyonu -en iyimser tahminlerle- yüzde 1.5, aralık yüzde 1 gelse dahi yüzde 30 zamlanan asgari ücret açlık sınırının altında kalacaktı.
***
Bu tabloda, yaptıkları ve yapmadıklarıyla IMF programının dişlilerinden birini sendikal bürokrasi oluşturmuş görünüyor. Programa sosyal/siyasal meşruiyet kazandırma gayretinde olan; sermayeyi mahkum etmesi gereken işçi sınıfının örgütleri, sermaye lehine mühendislik yapınca sermaye kolayca beraat ediyor. Bu yüzden işçi sınıfının refahına çıkan yollardan biri, sendikal örgütlerini yeniden dönüştürmek, sendikal bürokrasiyi alaşağı etmek gibi bir görevi de inşa etmekten geçiyor.
MUTFAK ALIŞVERİŞİ: 11 AYDA NEREDEN NEREYE?
Asgari ücret, 2024 yılını açlık sınırının yaklaşık 4 bin lira, yoksulluk sınırınınsa yaklaşık 54 bin lira aşağısında kapatmaya hazırlanırken tüketim ürünleri karşısında da yılın başındaki alım gücünü koruyamadı. Geçen son 1 yılda dolar kurunun yüzde 17 yükselişi karşısında mutfak enflasyonu doları neredeyse 3’e katlayarak yüzde 49 oldu.
Mutfak alışverişi sepetlerinde, toplam bütçenin yüzde 28.9’uyla meyve ve sebze lider. Bir asgari ücretli, yılın ilk ayında aldığı ücretiyle 571 kilogram domates alabilirken, bugün ise 212 kilogram alabiliyor. Yani, son 1 yıl içinde asgari ücretlinin sofrasından 359 kilogram domates kayboldu. Kuru soğan ise geçen senenin asgari ücreti ile 1 ton 307 kilogram alınabiliyorken yarı yarıyadan fazla eriyerek 630 kilograma gerilemiş durumda.
Mutfak alışverişi sepetlerinde gümüş madalyaysa yüzde 27.2’lik payı ile süt ve süt ürünlerinin. 2024 yılı başında 568 litre süt alabilen bir asgari ücretli, şu an ise yaklaşık 100 litresini kaybederek 473 litre süt alabiliyor. Geçtiğimiz ocak ayında asgari ücretli 72 kilogram kaşar peyniri alabiliyorken, şu an bu miktar 37 kilograma düşmüş durumda.
Sepette et, yumurta grubunun payı ise yüzde 26.1 oldu. Asgari ücretlinin 2024’ün ocak ayında alabildiği tavuk miktarı 145 kilogramken, şu an 32 kilogramını kaybederek 113 kilogram alabiliyor.
Kaynak: Evrensel