“İnsan evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar.”
Evet, fıtratsal bir döngü olarak devam eden bu hayatta insan denen varlık doğar, yaşar ve
ölür. Aslında bu döngü çok da abartılacak veya şaşırılacak bir şey değildir. Ayrıca bu yazıyı kaleme
almaktaki amaç biyolojik bir devinimi anlatmaktan ziyade; bu devinim içinde aklı ve iradesi olan
insanı, diğer varlıklardan ayıran özellikleri anlatmaktır.
Bilim, sosyoloji, felsefe, tarih ve hatta din; insanın diğer varlıklardan akıl ve irade ile ayrıldığını
söylemektedirler. Ayrıca yine din farklı olarak insanın onurundan dolayı diğer varlıklardan üstün
kılındığını özellikle vurgulamaktadır.
Onur dediğimiz şey temel insani ve vicdani özellikleri kaybetmemek için mücadele etmektir.
Neolitik dönemlerden günümüze kadar her şeye rağmen sürdürülegelen onurlu yaşam mücadelesi
sahibi kişiler; en temelde insani değerlere sahip çıkmayı kendilerine şiar edinmişlerdir.
“Biz yaşamı uğruna ölünecek kadar çok seviyoruz” diyerek canlarını onurlu yaşam
yolunda feda edenlerin, kaygıları arasında lüks cipler, milyon dolarlık saraylar, araba
konvoylarıyla Cuma gezisi… Olmadığını ölmemiş her vicdan sahibi bilir!
Bütün yaşamını eşitlik ve adalet için mücadeleye adamasına rağmen malum canilerce
katledilen onurlu ve yürekli kadınların amaçları arasında 50 bin dolarlık çantalar hiç mi hiç yoktu!
Peki, bu onurlu yaşam mücadelesi nasıl verilir, bunun karşılığında insan kendisine ait
neleri feda eder? Aslında bütün mesele bu sorunun cevabındadır.
Evet, onurlu bir yaşam mücadelesi yolunda insan, başta bedeni olmak üzere her şeyini
kaybetme ile karşı karşıyadır. Ancak bu kayıp, tek hedefi onurlu ve eşit bir yaşam olan insanların
yüreğinde asla bir korkuya neden olmamış ve hiçbir zaman da olmayacaktır!
Onurlu yaşam mücadelesi bazen çölde bir peygamberin asasında, bazen zindanda kendini
ateşe verenin kibrit ucunda, bazen canını açlık ile ölüme yatıran zindan rehinesinin iradesinde,
bazen diri diri bir bodrumda yakılan çocukların çığlıklarında, bazen de bir annenin; mezar taşı
arayışında veya günlerce sokak ortasında teşhir edilen bedeninde kendisini sürdürmüştür.
Tabi, insani değerler uğruna verilen bedelleri bunlarla sınırlı tutmak çok büyük haksızlık
olur. Örneğin; onurlu yaşam mücadelesinde adı burada anılması gereken öncü birçok ismi de
burada zikredemediğimizi belirtmemiz gerekir. Bu isimleri de yazıyı okuyanlar lütfen içinden
geçirsinler ki haksızlık etmiş olmayalım!
Elbette ki, tarihin çöplüğünde kara lekelerle anılması gerekenler de var. Ancak bunlardan
bahsetmek yerine, kısaca güncel birkaç onurlu mücadeleden bahsederek yazımızı sonlandıralım.
Örneğin; bir yıl önce bugün yani 5 Ocak’ta malum kişilerce kaybedilen GÜLİSTAN
DOKU’nun ailesinin sürdürdüğü haklı arayışı saygıyla burada tekrardan selamlayarak, zulümden
yana olanlara hatırlatmak da önemlidir!
Yine onurlu mücadeleden bahsederken Kıyım pardon kayyum atamasına karşı isyan
bayraklarını çeken Boğaziçi Üniversitesi Öğrencilerinin verdiği haklı mücadeleyi selamlamadan
geçmek haksızlık olur!
Onurlu bir yaşam sürdürmek, özgür bir yaşamı tesis etmek ve adalet arayışlarını hakkıyla
sonuçlandırmak için mücadele eden yüzlerce zindan rehinesinin verdiği mücadeleyi de burada
dile getirerek vicdan sahiplerine seslenmek de onurlu bir gelecek için önem arz etmektedir.
Yazımızı Nazım’ın şu şiiriyle noktalamak anlamlı olacaktır.
“…yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin,
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
ONURLU, EŞİT VE ADİL BİR YAŞAM YOLUNDA BEDEL ÖDEYENLERE
SELAM OLSUN…