Türkiye Cumhuriyeti tarihinde saymakla bitirilemeyecek kadar hazret ve reisin olduğunu yazmaya başlarken öncelikle tepki gösterenlerin olacağını varsayarak bu söylemlerin bana ait olmadığını belirtmek istiyorum. Bu lakapların üreticisi olmadığım gibi bu yaşıma kadar da bu lakaplara kulluk yapanlara karşı olduğumu da ayrıca vurgulamam gerekiyor. Tabi karşılarında yer almanın kolay olmadığı herkesçe iyi bilinir. Üniversitelerde Cemaatçi öğrenci ve akademisyenlerden ne çektiğimizi ise; eğer bir sohbet ortamında karşılaşırsak veya Gazete Editörümüz ve aynı zamanda moderatör Sayın Bekir GÜNEŞ bir programda karşınıza çıkarırsa anlatırız.
Yıkılan Osmanlı’nın küllerinden kendini var etmeye çalışan ve bunu da ulus devlet paradigması üzerinden gerçekleştiren T.C. devleti, kurulduğu tarihten itibaren ayakları üzerine sağlam basamamış ve Osmanlı kadar geniş toprak parçaları ile heterojen topluluklara da sahip olamamıştı. İşte bu ve buna benzer sebeplerden ötürü sürekli “Denize düşen yılana sarılır.” deyimini isteyerek veya istemeyerek yaşamıştır.
Her sarsıldığında dini veya ulusal bir çetenin gölgesine sığınarak esen sert rüzgârlardan kendisini korumaya çalışan Türkiye, çoğu zaman ise yağmurdan kaçarken dolunun hezimetine uğramıştır.
Tabi, hakkını da yememek gerekir. Bazen de çok kurnazca davranmayı becerdiğini de söyleyerek hakkını teslim etmemiz gerekiyor. Örneğin; Ermenileri sürmek(ben sürmek diyorum siz derinlemesine düşünün) için yanına Kürtleri almayı başarması (kandırma olarak anlayabilirsiniz!) ve Kürtlerle birlikte binlerce Ermeni’yi yerlerinden yurtlarından etmesi başarılarının arasında yer almaktadır. Başarılarını bununla sınırlı tutmak haksızlık olur diye başka bir örnek daha vereyim. Eline Ermeni kanı bulaştırdığı Kürtleri ise; hazretlerini başta olmak üzere terbiye etmeyi(Takrir-i Sükûn vb. fermanlarla) de ihmal etmemiştir. Dersim, Koçgiri, Gelîya Zîlan, Newala Hestîya… Bu yok etme politikalarını da başarı olarak görüp kariyerine basamak yaptığı da herkesçe bilinmesi gereken bir tarih serüvenidir.
Bu arada öyle basit değil Türkiye’de hazret veya reis olmak. Siz bakmayın bu kadar rahat yazdığıma. Her şeyin olduğu gibi Hazret ve Reis olmanın da bir kuralı var! Kural şu: Ulus devlete tapmak ve her dediğine eyvallah demek…
Öyle her elini kolunu sallayana Hazret veya Reis ünvanı yok Bremııın haddinizi bilin! En basit örneği verecek olursak; 3 Mart 1924’te kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı’na(DİB) başkan olarak seçilen Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat Börekçi’dir ve bu şahıs yanına gelip Atatürk’ü şikâyet eden İslam Âlimlerine “Atatürk, dininizi değiştirin derse değiştirebilirsiniz.” Diyecek kadar kendini güce kaptıran bir Hazret idi. Bunu okuyan bazı DİB’e mensup imam arkadaşlar inanmazlarsa belgesini bizden isteyebilirler.
Siz şimdi hazretlerle ilgili başka örnekler de istersiniz. Siz istemeden ben birkaç hazret daha tanıtayım size. Örneğin Muhterem Hz.Fetullah GÜLEN Hoca Efendileri’nden biraz bahsedebiliriz. Yukarıdaki paragrafın birinde yazdığımız gibi yılana sarılan ülke 1960’larda ve öncesinde ülkede baş gösteren “Kürt Sorunu” başta olmak üzere ülkenin kanayan yaralarından birkaç tanesine merhem olabilmesi için Gülen Cemaatini ortaya çıkarmıştı. Faaliyetlerini başta Türkiye olmak üzere; çeşitli ülkelerde gerçekleştiren ve bir toplumsal hareket olarak ortaya çıkan bu hareket, Türk silahlı kuvvetleri üzerinde tamamen egemen olabilmek için emniyet, yargı, siyaset, medya ve silahlı kuvvetler içerisindeki mensuplarının(abi ve ablaların) yardımı ile Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy ve Askeri Casusluk davaları gibi soruşturmalarla yüksek rütbeli binden fazla askeri, sahte belge ve deliller ile cezaevine attırmış veya ordudan tasfiye etmiştir. Bu askerlerin yerlerine ise; Fetullahçı askerleri yerleştirmiştir. Cemaat; benzer girişimleri yargı, emniyet ve siyaset içerisinde de gerçekleştirmiştir. Cemaat lideri Muhterem Gülen de özellikle yargı ile mülkiyede kadrolaşmanın önemini vurgulamıştır. Bu girişimler, söylemler ve telkinler ile örgütün nihai amacının; Türkiye'de teokratik totaliter bir rejim kurmayı amaçladığı öne sürülmektedir. Bu paragrafı özellikle yazmamın nedeni bizleri takip eden ve yazılarımızı heyecanla okuyan ve tarihi yeni yeni gerçeklerle öğrenmeye çalışan sevgili gençler içindir. Yani 20 yaş altı gençlere kısaca bugünün FETÖ’sünü tanıtmak istedim. Uzun uzun anlatmak istemememin sebebi ise herkesçe her şeyin biliniyor olmasıdır.
Özetle; Muhterem Hoca Efendi Hazretleri, yaptığı bu faaliyetlerin hepsini devlet yetkilileri ile birlikte yapmıştır. Yine Ulus Devlet politikası gereği başta Kürtler olmak üzere asimilasyon görevlerini de en verimli şekilde devlet adına(Kutsal Türk) gerçekleştirmiştir. Tabi 2008’de başlayıp 2015’te çıkar çatışmaları patlak vererek “15 Temmuz Darbesi”ni ortaya çıkarmış ve “Hazreti Fetullah”ı “Şeytan FETÖ”ye dönüştürmüştür.
Gülen Cemaatini kendisince tasfiye ettiğini havuz medyasında şaha kalkarak anlatan binlerce FETÖ dostu, yaşananlardan ders çıkarmayarak FETÖ’den boşalan yerleri başta “Menzil” olmak üzere başka cemaatlere peşkeş çekmiştir.
Tabi, uzun uzadıya tartışmaya yer vermeden “Hazreti Reis”lerimizden de biraz bahsedelim.
Evet, devlet mafya ilişkilerinin de birlikte yürütüldüğünü biliyoruz. Örneğin “Devler Gelir Devler Gider Bir Dev Kalır Sedat PEKER” sloganıyla devletin bir numaralı Hazreti Sedat’ından başlayalım anlatmaya…
Adına şarkılar, marşlar yazılan. Vergi verdiğimiz polisin koruduğu hatta emir aldığı bir adamdan(eril bir dil olduğunu biliyorum) bahsediyoruz. Bu şahıs, devletten aldığı güçle yüzlerce kişinin katline sebep olmuş, mitingler yapmış, akademisyen kanlarıyla duş almış, bazılarının bu ülkede kutsal saydığı polis ve emniyet birimlerine babalık yapmış biridir. Şimdi bunları kaleme alıyoruz onursuz bazı savcılar dava açmaya bile kalkışabilirler diye düşünüyorum. Şaşırmam tabi ki, çünkü bu savcılar haksızlardan ve zalimlerden yana tavır alırlar her zaman örneğin Musa Orhan itini savunur Ezgi Mola’ya dava açarlar!
Kaleme alınması gereken elbette çok şey var ancak özetle bahsetmek istiyoruz. Peki, muhalif biri mafya olarak hüküm sürebilir mi(Mesela Kürt İdris vardı, şimdinin İdris Koçovalısı)? Tabi ki hayır. Çünkü bunun da bir kuralı var iktidardan yana olmak, muhaliflere zulmedebilmek, gayri meşru işlere boyun eğebilmek… Devletin kirli işlerini görmezden gelebilecek kişiler mafya olabilir tabi. Tabi Sedat Peker’den öğrenilecek çok şeyin olduğunu da belirtmekte fayda var. Kendisinden bahsetmişken bütün sorunun kızlarına silah çekilmesi olmadığını da bilmiyor değiliz. Fetullah Hoca ile tek sorunun darbe olmadığı gibi.
Türkiye Cumhuriyeti he, yazıya dökerken ne masum duruyor değil mi? Gören hakikaten cumhuriyet ilkeleriyle yönetilen bir ülkede yaşadığımızı sanır.
Devletler, kullanılacak şahısları kullanır atarlar ve en sonunda yine kutsal kalan devlet olur. Örneğin eskinin “Kutsal Reis”i bugünün “Tripotçu ihanetçisi” oldu. Şunu unutmamak gerekir ki; bir Sedat ve Fetullah gider onların yerini başka birileri alır.
“Ey Ülke; gözlerimiz gibi gülüyordu umut ve biz umut sevdalıları, pimini çekmiştik sevmenin.”