Gazeteemek- Çok değil, bundan 100 yıl öncesi Antep-Mardin hattının bir parçası olan ve İngiliz-Fransız çıkarlı gereği buralardan koparılan Rojava ile Türkiye arasındaki gerilim tehlikeli biçimde tırmanıyor.
Şengal’e ve Qareçok’a yapılan hava operasyonların ardından başlayan top, havan ve roket atışları devam ediyor.
Teyakkuzdaki YPG güçleri sınıra takviye birlikleri gönderiyor. Türk ordusu Afrin’den Nusaybin’e kadar uzanan bölgeye askeri yığınak yapıyor.
Amerika’nın başını çektiği koalisyon güçleri de hareket halinde; aşağıda zırhlı araçlar, yukarıda uçaklar 100 yıl önce cetvelle çizilen Rojava-Türkiye sınırında olası bir çatışmaya önlemek amacıyla devriye geziyor.
Türk ordusunun sınırdan içeri girmesinden; Rojava’yı işgale yeltenmesinden endişe ediliyor. Bunu önlemek amacıyla sınır boyunca keşif ve gözetleme yapılıyor.
Öte yandan Amerika, Avrupa ve Rusya günlerdir Türkiye’ye bölgede gerilimi yükseltecek davranışlardan kaçınması çağrısı yapıyor.
Ne var ki Türkiye bu çağrılara kulak tıkamış görünüyor ve aksine, gerilimi her geçen gün biraz daha tırmandırıyor.
Bu da arka planda başka oyunlar mı dönüyor; bölge ve Rojava üzerinde yeni pazarlıklar mı yapılıyor sorusunu akıllara getiriyor.
Zira, Amerika’yı (Pentagon) Kürtler konusunda yeni bir tercih yapmaya, bu anlamda köşeye sıkıştırmaya çalışan ve sonuç alacağını uman Türkiye’nin tavrı ciddi kuşku uyandırıyor.
Dolayısıyla Trump’ın geleneksel müttefikleriye (İsrail, Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye) bölgede yeni bir oyun planı kurmaya çalıştığı ve yakın gelecekte ordusunu bölge seferine çıkaracağı iddialarını yabana atmamak gerekiyor.
Buna göre Türkiye’nin YPG‘ye, İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırıları da bir yanıyla Trump‘a İran operasyonu için uygun zemin yaratma amacını taşıyor.
Öyle mi, değil mi bilemeyiz fakat, Türkiye’nin Rojava’yı işgale girişmesinin bölgesel savaşa neden olacağını görmek için kahin olmak gerekmiyor.
Böylesi bir gelişmenin yangın yerine dönmüş Ortadoğu’yu yaygın ve şiddetli bir savaşın içine çekmesi kaçınılmaz görünüyor ve bu da her şeyden önce Türkiye-Kürdistan; Türkler ve Kürtler için felaket anlamına geliyor.
Şayet aklı selim ve sağduyu galip gelmez, böyle devam ederse Türkler ve Kürtler için ne yazık ki yıkım kesin görünüyor.
Yangına körükle gidenler, kendi ahlaksız çıkarları için savaşı körükleyenler giderek tırmanan Rojava-Türkiye geriliminin savaşa dönüşmesi halinde nelerin yaşanacağını bilmiyor, hatta umursamıyor olabilirler fakat, bunun Türkleri de, Kürtleri de tüketeceği biliniyor.
Olası bir Rojava-Türkiye savaşında bölgedeki diğer savaşlarda olduğu gibi yalnızca başkaları; yine küresel güç odakları galip gelecektir.
Savaş bir tek onlara hizmet edecektir.
Dolayısıyla yangına körükle gitmek yerine iyi düşünmek, aklı selimle ve sağduyuyla hareket etmek gerekmektedir.
Özellikle devleti, hükümeti, siyaseti, medyası ve sivil toplumuyla Türkiye iyi düşünmelidir.
Bütün bileşenleriyle Türkiye tarihi sorumluluğuna sahip çıkmalı, Kürtleri dışlamak ve baskılamak yerine, diyalog kanallarını açmalı; Kürt temsilcileriyle koşulsuz ve kompleksiz konuşmalı, barışçıl çözüm için yeni bir fırsat yaratmalıdır.
Türkiye‘nin Kürt sorununu silahla, zorla, baskıyla çözmesinin mümkün olamayacağı gerçeği ortadadır. Daha fazla çatışma; kan ve gözyaşı düşmanlığı, kin, nefret ve öfkeyi daha fazla arttıracak ve birarada yaşama koşullarını ortadan kaldıracaktır.
Gelinen aşamada Kürt meselesinde ezmek ve yok etmek artık çare değildir…
Kaldı ki geçmişte bu çokça denendi ve hiçbir sonuç vermedi. Ne kadar denenirse denensin yine sonuç vermeyecektir; Kürt sorununun şiddetle çözümü asla ve kata mümkün değildir.
Dolayısıyla Türkiye müzakerelere geri dönmeli, barışçıl çözüm için yeni yol ve yöntemler üretmelidir.
Diğer yandan Kürtlerin de yeni bir değerlendirme yapması; yeni koşullara uygun politikalar üretmesi ve diyalog zeminini güçlendirecek açılımlar yapması gerekmektedir.
Kürtlerin Türkiye’ye rağmen değil, Türkiye’yle birlikte özgür olmasının zemininin daha güçlü olduğu görülmelidir.
Tarihin, coğrafyanın ve sosyolojin ürettiği birikimler ve nesnel sürecin güçlendirdiği ilişkiler buna işaret etmektedir.
Bu gerçeği iyi okumak ve bunun siyasetini yapmak; Çözüm Süreci’ne geri dönüşün yolunu her şeye rağmen açık tutmak gerekmektedir.
Sonuç olarak;
Ortadoğu‘nun yangın yerine çevrildiği, küresel ve bölgesel gericiliğin tetiklediği güç savaşlarının bölge halklarını tükettiği günümüzde, Kürt ve Türk halklarının geleceğine yönelik tehdit tehlikeli biçimde yükseliyor.
Bunu önlemenin ve geleceği kurtarmanın yolu kimseden bir şey beklemeden kendi kaderimize sahip çıkmaktan; Rojava- Türkiye ilişkilerinden başlayarak Kürt-Türk ilişkilerini bölgesel düzlemde eşitlik ve kardeşlik ekseninde yeniden yapılandırmaktan geçiyor.
Her şeyden önce ama egemen siyasi iradenin; AKP-MHP ikilisinin savaşa neden olacak saldırı ve provakasyonlardan uzak durması gerekiyor.
Aksi herkes; hepimiz için felaket anlamına geliyor.
Bu topraklarda Kürtlerin Türklere, Türklerin de Kürtlere mecbur olduğunu anlamak için yeni bir yıkım yaşamak gerekmiyor…