Son birkaç gündür Türkiye’de ve uluslararası alanda Amerika’nın IŞİD’le mücadele kapsamında merkezinde Kürtlerin (YPG) olduğu SDG’ye (Suriye Demokratik Güçleri) vereceği silahlar tartışılıyor.
Verilecek silahların niteliğinden, Suriye üzerinden bölgesel dengelere ve Türk- Amerikan ilişkilerine etkisine varıncaya kadar konu birçok boyutuyla tartışılıyor ancak, asıl mesele bilinçi ya da bilinçsiz bir biçimde gözardı ediliyor.
Küresel ve bölgesel gericiliğin el birliğiyle bölgenin, Kürtlerin ve dünyanın başına bela ettikleri; kendi çıkarlarına uygun bir dizayn aracı olarak sahaya sürdükleri IŞİD’le mücadelede faturanın Kürtlere yıkıldığı gerçeği pek görülmek istenmiyor.
Sürekli YPG’ye verilen silahlar konuşuluyor fakat, Kürtlerin IŞİD karanlığına karşı insanlık adına verdikleri mücadelede ödedikleri bedeller, toprağa verdikleri birbirinden değerli gençler aynı yoğunlukta gündeme gelmiyor.
Oysa sadece Kobani’de 3 bin insanın hayatını kaybetti. Bu gerçek göz önüne alındığında 2014’ten bu yana IŞİD’e karşı verilen mücadelede hayatını yitiren Kürt gençlerinin sayısını tahmin etmek zor değil.
Hal böyleyken Rakka operasyonuyla ilgili son tartışmalarda da öne çıkan bu inkarcı tavra dikkat çekmek gerekiyor.
Kaldı ki Rakka’yı ve IŞİD‘i bilenler bu kenti almak için ödenecek bedelin ne olacağını; bunun nice canlara mal olacağını az-çok tahmin edebiliyor.
Kimi siyasi gözlemciler ve askeri stratejistler Rakka operasyonunun insan hayatı açısından ne anlama geldiğini ya bilmiyor ya da önemsemiyor olabilir fakat, Rakka’yı IŞİD’ten almaya çalışan güçlerin en az 3/1‘nin hayatını kaybedeceği ileri sürülüyor.
Bu rakam bile iyimser bir tahmin olarak dillendiriliyor...
Yani Rakka’yı kuşatan güç 6 bin kişiden oluşursa bunun 2 bini, 10 bin kişiden oluşursa 3 bini hayatını kaybedecektir. Ayrıca yaralananlar, ömür boyu bunun acıyla yaşayanlar olacaktır.
Geride kalan ailelerin ve savaş içindeki şehirlerin yaşadığı travmalar ve Rojava’nın karşı karşıya kaldığı sorunlar da cabası.
Elbette bu gerçeği IŞİD’le mücadeleden kaçanların ve buna rağmen Kürtlere silah verildiği her defasında yaygara koparanların suratına çarpmak gerekiyor.
Öte yandan Kürtlerin Rakka’da ne işi var demek işe yaramıyor ve soruna çözüm üretmiyor.
Zira sen gitmesen, IŞİD sana geliyor ve kaçmak mümkün olmuyor.
IŞİD’le uzlaşmak da mümkün olmadığına göre Kürtlerin önünde mücadele etmekten başka bir yol bulunmuyor. Farklı bir yol ve yöntem bilen varsa önermesi gerekiyor.
Ne yazık ki kurgu böyle kurulmuş ve ahlaksız çıkarların şekillendirdiği karanlık plan böyle işliyor. IŞİD bu planın bir parçası olarak bölgeyi yangın yerine çeviriyor; Ortadoğu onun üzerinden yeniden dizayn ediliyor.
IŞİD sorununun bunlarla bağlantılı olduğunu görmek gerekiyor.
Kürtlerin bu sorun ortaya çıkmasında hiçbir sorumluluğu yok, aksine mağdur edildiler. Sorumlular ise elini taşın altına koymaktan kaçınıyor.
Buna rağmen Kürtlerin IŞİD’le mücadelenin önemli bir parçası olması bölgesel bazı güçleri özellikle de Türkiye’yi rahatsız ediyor.
Türkiye IŞİD’e karşı Kürtlere silah verildiği için kıyametleri koparıyor ancak, IŞİD’in tehditinin bu aşamaya gelmesinde Türkiye’nin yakın geçmişte bölgede izlediği siyasetin neden olduğu biliniyor.
Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan şimdi Amerika’ya; Trump’la bu konuyu görüşmeye gidiyor.
Trump’ın görüşme öncesi Rakka operasyonunun merkezinde YPG’nin olduğu SDG’yle yapılmasına ve SDG‘ye ağır silahların verilmesini öngeren yasayı onaylamasına gösterilen tepkiler görüşmenin çok çetin geçeceğini gösteriyor.
Son on yılın bu en önemli görüşmesi Türk- Amerikan ilişkilerinin geleceği açısından olduğu kadar Türk-Kürt ve Kürt- Amerikan ilişkileri açısından da büyük önem taşıyor. Ayrıca Kürt sorununun uluslararası yansımaları da görüşmeyi kritik hale getiriyor.
Kronik sorunlarını çözmek; sorunlarına gerçekçi, kalıcı, adil çözümler üretmek yerine gösteri, hamaset ve şov siyasetiyle sonuç alacağını düşünen ve dolayısıyla sorunlarını daha da derinleştiren ve içinden çıkılamaz hale getiren Türkiye’nin tavrı görüşmeden olumlu sonuç almaz ise (ki zor görünüyor) yeni krizler üreteceğini gösteriyor.
Amerika basını Türkiye’nin yönetime ‘Kuzey Suriye’ye müdahale hakkını saklı tuttuğu‘ mesajını verdiğini yazıyor.
Türk ordusu da Rojava sınırı boyunca savaş pozisyonu alıyor.
Değişen dünyanın değişmeyen ülkesi Türkiye, dönüp tarihine bakacağı ve evrensel süreci kavrayacağı; dolayısıyla Kürtlerle uzlaşacağı, Kürt sorunu başta olmak üzere yapısal sorunlarına gerçekçi çözümler bulacağı yerde yeni gerilimler ve krizler yaratacağını; Rojava’yı işgale kalkışacağı mesajını veriyor.
Amerika ve Suriye’yi birlikte paylaşmaya çalıştığı Rusya buna karşı görünüyor ancak, yine de bu tehdidi ciddiye almak gerekiyor. Daha önce de yazdığım gibi bu, iki taraf için de felaket anlamına geliyor.
Felaketi önlemenin yolu da Amerika’dan ve Trump’tan değil; İmralı’dan Öcalan’dan geçiyor.
Türkiye’yi yönetenlerin özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İmralı’nın kapısını yeniden çalması herkes için en hayırlısı olacağa benziyor...