Geldiğimiz noktada yaşanan enflasyon ile beraber işçilerin aldığı asgarî ücret, hayat pahalılığı karşısında açlık sınırları altına düşmesi ile beraber vatandaşlar derin ekonomik problemler yaşıyor. Emekçilerin sarf ettiği iş gücü karşılığında ekonomik geçimini sağlamaya yönelik işçilere verilen ücret reçetesi, Asgari ücret diye nitelendiriliyor. Peki asgari ücretin bilimsel açıklaması nedir? bunu öğrenmeye gidelim. Asgari ücret “İşçilere normal bir çalışma günü karşılığında ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” olarak tanımlanır. Elbette bu tanıma göre bir bireyin iş gücü karşılığında aldığı asgari ücret ile temel yaşam ihtiyaçlarını karşılayabilmesi kadar güzel bir durum yoktur. Fakat şuan emek gücüne karşı alınan asgari ücret ile emekçiler en temel yaşam ihtiyaçları olan gıda, giyim, konut ihiyaçlarını karşılamayı bırakalım bir köşeye, kuru ekmeği bile alamayacak bir hale geldiler.

Peki bu duruma karşı bizi yönetenler neyi öneriyorlar? Geçen yıl bazı yöneticilerimiz asgari ücret ile çalışan işçi ve emekçilerimize, daha ekonomik geçinmenin yolu olarak bir çay, bir simit tarifesini öneriyorlardı. Maalesef artık bugünkü ekonomide simit ve çay çok daha pahalı hale geldi. Doğrusu içinde yer aldığımız bu gidişat, hiç hayra alamet gözükmüyor. Çünkü devletimiz daha önceki yıllarda uyguladığı Karma ekonomik politikası gereği, devlet yeri geldiğinde piyasaya, ekonomiye müdahale etme gücü söz konusuydu. Bu müdahale ile beraber devlet halkını enflasyona karşı koruma görevini üstleniyordu. Fakat şimdi Karma ekonomik modelinin aksine ülkede var olan ekonomik anlayış tamamen Liberal serbest ekonomi piyasasına yer bırakmıştır. Bu ekonomik sistemin diğer bir adı Kapitalizm'dir. Türkiye'de hakim olmaya giden bu sistem, işçi ve emekçileri açlık ile terbiye etmeye çalışan bir sistem halini aldı. 

Geçen hafta Beykoz'da oturan saygıdeğer büyüğüm Ahmet Amca'yı evine ziyarete gitmiştim. Ahmet Amca ile her zaman olduğu gibi ülkenin gündemini değerlendirirken özellikle işçi ve emekçilerimizin son dönemlerde yaşadığı ve giderek artan ekonomik sorunları üzerine epey konuştuk. Tâbi bu sohbetimize yılların emektarları olan emeklilerimizi de ele almayı unutmadık. Ahmet Amca emeklilerimizin ülkede yaşanan enflasyona karşı aldıkları emekli maaşların yetersizliği üzerine, neden halen bu duruma karşı tepkisiz ve sessiz kalındığını şu ifade ile durumu çok iyi özetlemişti. Çünkü "İnsanlarımız karın doyurmayı yaşamak biliyor." Aslında realitede herşeyin açıklaması ve özeti bu cümlenin altında yatıyor.

Hızla gelişen teknoloji ile beraber zihinsel devrimini geride bırakan insanlar, insanca yaşamanın formülünü yazarken, içinde yer aldığımız toplum sürekli ilerleyen ve kendisini güncelleyen dünya düzenine karşı maalesef zihinsel devrimini gerçekleştiremedi. Özellikle son zamanlarda sokak röportajlarında rastladığım bir kesitle konuyu daha da açığa kavuşturmak istiyorum. Sokak röportajında emeklilerimize, ülke ekonomisi üzerine sorular yöneltildiğinde bir emekçinin halinde memnun cümlelerine karşılık, diğer bir başka emekçinin kurduğu cümle gayet herşeyi açıklıyordu. "Ben doymak istemiyorum, beslenmek istiyorum, yoksa kuru ekmekle de doyarsın" demişti. Evet emekli maaşları ile eve kuru ekmek getirmeyi ve karnını o ekmek ile doyurmayı yaşamak zannediyorlar. Tabi onları da hor görmüyorum. Çünkü yıllardan beri, tarihte "Bereketli hilal toprakları" diye nitelendirilen böylesi verimli bir coğrafyada yer alıp ve sürekli üreten bir emeğin kuru ekmek ile muhasebe edilmesi doğrusu kapitalist sistemin acımasız bir realitesidir. 

Düşünün, Ortaçağ döneminde kast sisteminde yer alan köleler ile günümüzün modern döneminde asgari ücret ile sınırlanan işçilerin arasında nasıl bir fark olabilir ki? Ortaçağ dönemindeki köleler de karın tokluğu karşılığında yaşamlarını idame ettirmek için ömür boyu efendilerine hizmet etmek ile mükelleflerdi. Peki bugün bulunduğumuz dönemin modern köleleri yani asgari ücret ile çalışan işçiler de yöneticilerin veya patronların, kendilerini karın tokluğu karşılığında bir ücret ile ömür boyu çalışmaya mahkûm edilmiyor mu? 

İçinde bulunduğumuz bu sistemde var olan kavga sağ veya sol ideolojilerin, A siyasi parti ile B siyasi partinin mücadelesi değildir. İçinde bulunduğumuz bu sistem ezen ile ezilenlerin yer aldığı bir mücadeledir. Burada ezilenleri koruyup ve kollama rolünü üstlenmesi gereken güç devlettir. Maalesef bu konuda devlet aygıtı işçiyi, ezileni korumanın aksine patronlarla el sıkışıp bu döngüde işçileri eziyor. İşçiler her maaşlarının ödeme gününde nedenini bilmediği birçok vergilerin ödemesini yapıyor. Sonrasında su, elektrik, doğalgaz, yol, köprü derken bunların içinde bir nefes alma vergisi dışında tekrar tekrar vergiler ödemek zorunda kalıyor. Yakında doğadan ücretsiz aldığımız havanın vergisi dahi işçilerden kesilirse doğrusu şaşılacak bir durum olmaz. Ama ezenler öyle mi? Her gün filan kanalda, filan magazin haberlerinde filanca ünlü, iş adamı veya yönetici vergi kaçırma, kara para aklama ve hesabını veremediği büyük bir servet ile hayatını sürdürmeye devam ediyor. Bunun hesabını kimsenin sormadığı gibi denetimini kimse yapmıyor. Bu durumda işçiler bu döngüye kader diye nitelendirip, birilerini ömür boyu sırtlarında taşımaya rıza göstermeye devam ediyor.

Bu yaşananlar asla kader değildir. Düşünün tüm ömrünüz çalışma hayatıyla beraber yıprandıktan sonra emekli olacaksınız. Aldığınız maaşlar yoksulluk seviyesininde altında olup ve tekrardan sistem sizi açlığa mahkum ederek, sizi yeniden iş arayışına sürüklüyor. İşte sömürülmenin bu kılıfına karın tokluğu diyorlar. Yıllar öncesinde Karl Marx'ın dediği gibi "İşçiler zincirlerinden başka kaybedecekleri birşeyleri yok". Ama kazanacakları bir dünya var. Doğrusu ben şuna inanıyorum, kazanılacak bir dünyada ancak işçilerin kendi emeklerini ucuza satmayacağı, emeklerini kıymetsizleştirmeyeceği ve emeklerini köleleştirmeyeceği bir dünyanın inşa edilmesi ile bu mümkün olur.

Peki yaşamak nedir? Yaşamak kuru ekmek ile karın doyurmak değildir! Yaşamak, özünde birileri daha konforlu daha iyi yaşayacak diye, birilerinin kurban edilmesi demek değildir. Yaşamak, adalet çizgisinde halkı terbiye edip, zengini görmemezlikten gelmek değildir. Yaşamak, emeğin bu şekilde sömürerek, kıymetsizleştirerek ve emekçiyi bir kuru ekmeğe muhtaç etmek değildir. Yaşamak sadece karın tokluğuna çalışmak değildir. Yaşamak, kimseye muhtaç olmadan, minnet eylemden insanca yaşamaktır. Yaşamak, insanların bu coğrafyada kendilerini özgürce ifade edebilmesidir. Yaşamak, tahakkümcü anlayışa karşı diz çökmemektir. Yaşamak, haksızlığa, hukuksuzluğa karşı baş eğmemektir. Yaşamak, eşit ve adil bir terazide insanca muamele görmektir. Yaşamak ömrünü işçilikle tüketip, sonunda asgari ücret ile açlık, yoksulluk seviyesine düşürülmemektir.