Günümüzde sanat kalitesi hayli düşmüş bir toplumun, cehaletin nirvanaya yükselmiş olduğu bir dönemde, yırtık pırtıklar sanatçı olmuş ve sözler sanat diye halka ekmek gibi dağıtılmaktadır. Sorsan herkes aç bir halde...

Son zamanlarda ülkemizin sanat ruhu epey bir gerilemeye doğru yol alıyor. Ne üreten gerçek sanatçılar kaldı ne de sanattan anlayan toplumsal bir anlayış. Eskilere dönük bu coğrafyanın sanatçılarına doğru şöyle bir bakıyorum, doğrusu o dönemlerde var olan sanatlardan, sanatçılardan eser kalmamış. Çünkü eski sanatçıların sanatlarında emek, hamurla yoğurularak sanat haline getirilen eserler, toplum ruhuna ekmek gibi lezzetli ve doyurucu gelirdi. O zamanların sanatçıları toplumun bağrında acısıyla tatlısıyla tüm duyguları, samimiyeti içinde yaşayarak ve yaşatarak barındırıyordu. Sanatçıların, sanatlarında özellikle toplumun ahlâkî değerlerine, mahremiyet alanlarına karşı saygılı bir üslup hâkimdi, daima topluma faydalı öğretiler ve toplumsal mesajlar vermenin amacı, önceliklerin başında gelirdi.

Şimdilerde ise sanata dair ne film dünyasında ne de müzik dünyasında samimiyet yok denilecek kadar az olup, toplumsal duyarlılığa dair herhangi bir fayda sağlama amacı güdülmüyor. Kısacası topluma verilmek istenen mesajlarda özenti bir yaşam, afyonlaştırılmış bir beyin ve üretim kültüründen uzak "Fast Food" gibi hazıra konulmaya müsait bir tüketim kültürünü topluma empoze edilmeye çalışılıyor. Bugün dinlediğimiz müziğin içinde kullanılan sözlerden tutalım izlediğimiz film sahnelerine kadar, görüyoruz ki komedi adına ağza alınmayacak küfürlerin boy gösterdiği ve erotik aşk filmleri adına cinselliğin hiç eksik olmadığı sahnelerin beraberinde, cinsiyetçi yaklaşımlar ve kadın bedeni üzerinde objeleştirmeye, metalaştırmaya dair kadın kimliği resmen pazarlanmaya gidiliyor. Üstelik bunu aile gibi kutsal bir yapının içine yerleştirmeye ve meşrulaştırmaya doğru evrilmeye çalışılmaktadır.

Bugün toplumumuzda televizyon ekranlarında izlediğimiz filmlerden tutalım, dinlediğimiz müziklerin sözlerine kadar sanat dili tamamen yozlaşmış bir durumdadır. Özellikle televizyon ekranlarında neredeyse her sahnede kadınların dekolteli göğüsleri, iç çamaşırları arasında görünen kalçaları ve bombardımana uğramış her sahnede her sözde ateşli cinsellik yer alıyor. Bu sahne ve sözlerde ne insani bir çağrı, ne de toplumsal bir öğreti var. Bu sahnelerde kitap, dergi veya gazete okuyan insanları da göremezsiniz. Sadece insan gibi düşünen üstün bir varlığın, tüm yetenek ve becerilerini dar bir zihin kalıbına hapsedildiğini görürsünüz. Bu hapsedilmiş dar zihin kalıbında erkekler için cinsel dürtülerinin pohpohlandığı ve kadınların ise kimliksel olarak cinsel bir meta haline getirildiği yeni bir sanatsızlığın, yeni bir toplumun inşasına tanık oluyoruz. 

Maalesef toplumda çocuklarımız, ebeveynlerin bilinçsizce izledikleri filmlerin ve dinledikleri bu tür müziklerin gölgesinde büyüyorlar. Özellikle zeka potansiyeli yüksek olarak nitelendirilen günümüz Z kuşağı gençlerin ve çocukların, böyle bir ortamda giderek gayriahlâkî, yoz bir yaşama doğru acımasızca itildiklerini, üzülerek görüyoruz. Bu bataklığa doğru ilerleyişin sonrasında zaten TikTok'ta giderek yaygınlaşan anormal insan örneklerin çoğaldığını görmemek mümkün değil.   

Geçmişte sanatçılar belli bir edebi anlayışı, tarzı, üslubu ve sanata dair yetenekleri ile ön plana çıkıyordu. Bu tür sanatçılar toplumcu, faydacı bir edayla sanatlarını konuşturuyorlardı. Elbette ki günümüzde halen sanatını hakkıyla icra eden sanatçılar vardır. Fakat genele bakıldığında maalesef istisnalar kaydeyi bozmuyor. Yeni dönemde sanatçı dediğimiz kişilikler, sanatını konuşturmaktan çok vücut hatlarını, bedenlerini ticarileştirerek insanları etkilemeye çalışıyorlar. Özellikle son zamanlarda şarkıcı Hadise'nin ilk kez oyunculuk yaptığı ve yakın arkadaşı Seda Bakan ile başrolü paylaştığı “Esas Oğlan” dizisinin cinselliğe dayalı sahnelerinde, tamamen pornografik bir film senaryosu ile ekranlarda yer alması, bu durum izleyici kitlesinde ciddi tepkileri doğurmuştu.

Bu tür müstehcen film sahneleri gösterdi ki ülkemizde sanatın ve sanatçının gelmiş olduğu noktada, derin ahlâkî bir çöküş yaşanmaktadır. Maalesef bu tür müstehcen ve yozlaşmaya dair film sahnelerin, aile kurumu gibi kutsal bir yapıyı ve insanlığın geleceğine dair umudunu yakından tehdit etmektedir. Bu durumda bizler bilinçli ebeveynler olarak çocuklarımızın ahlakını bozacak, zihnlerini zehirleyecek bu tür müstehcen film ve sahnelerden, çocuklarımızı muhafaza etmeliyiz. Bunun için TV ekranlarında ve bilişim teknoloji üzerinde erişime müsait kanalları gözlemleyip, ebeveynler olarak çocuklarımız için en doğru tercihleri yapmalarını sağlamalıyız. Çocuklarımız vücut hatlarıyla, metalaştırılmış giysileriyle cinsiyetçi bir kimlik edinmenin aksine, herşeyden önce toplumsal duyarlılığa açık, fikir üreten, kendini savunabilen, eğitimli ve bilinçli bir kimlik edinmelidir. Düşünün, insan zihini duraksamadan üretkenliği kendisine şiar edinmiş bir yolun ilerlemesinde akıl ve bilimin ışığında müthiş bir gelişimin ve ilerlemenin başrolü olduğu bir dönemde, şüphesiz ki çocuklarımız doğru temelde alacakları eğitim ile beraber, çevrelerine ve topluma karşı daha yararlı bireyler haline gelecektir.

Köşe yazımın sonuna gelirken, Machiavelli’nin "Prens" adlı kitabında şu sözüne değinerek yazımı bitireceğim. Machiavelli der ki; “İnsanlar hep başkalarının açtığı yollarda yürür ve eylemlerinde taklitle yol alırlar. Mesela sağduyulu bir kişi, her zaman büyük insanların açtığı yollardan gitmeli ve en kusursuz kişileri taklit etmelidir." Burada çıkarılabilecek ders ve izlenmesi gereken yol şöyle olmalıdır. Bizler sanat yolunda taklitçi bir anlayış ile beraber ahlâkî değerleri ve ölçütü olmayan sanatçı diye ortalıklarda gezinen bireyleri taklit etmenin aksine, toplumumuzda belli yeteneklere, tecrübelere ve birikime sahip sanatçıların eserleriyle o kıymetli zamanlarımızı verimli kılmalıyız. Eğer yolunda gittiğiniz sanat, sizi yaşama dair düşünmeye sevk etmiyorsa, anlamlı bir bakış açısı veya toplumsal bir bilinç kazandırmıyorsa, o zaman bu yolunda ilerlediğimiz sanat işlevini yitirmiş demektir.