Kızıl güllerin, ölü coğrafyada can vermesi gibiydi yaşamlar...

II. Dünya savaşı sonrası ayakta kalabilen dünya ülkeleri arasında yaşanan sıcak savaşların ardından soğuk savaş dönemi başlamıştır. Dünya'da güç dengesinin uçlarında iki büyük devlet olan ABD ve SSCB yani bugünkü adıyla Rusya yer alıyordu. Dünya iki soğuk kutup arasında sıkışacak hale gelecekti. Bir taraftan ABD öncülüğünde Batı bloğu ve diğer taraftan Sovyet Rusya öncülüğünde Doğu bloğu ülkeleri arasında yıllarca bilim, teknoloji ve yeni buluşlar adına ciddi çekişmeli rekabetler gelişti. Yeryüzünü acıya boğan I. ve II. Dünya savaşları sonrası yıkılan imparatorluklar ve parçalanan devletler sonucunda insanlar ağır kayıplar yaşamıştır. Bu yıkıcı savaşlar ile beraber elde edilen tecrübe şunu gösterdi ki büyük devletlerin, kendi aralarında oluşabilecek savaşların ancak kendilerini yok etme tehlikesini yaratacağını bildikleri için birbirleriyle çarpışmaktansa, kendileri için sömürgeye dayalı emperyalist stratejiler geliştirmeye gittiler. Emperyalist devletlerin birbirlerine karşı kavgalı sürecin sonrasında izledikleri politika ile beraber özellikle Ortadoğu coğrafyasında vekalet savaşları onlar için hem silah satmada iyi bir strateji hemde petrollere erişmek için iyi bir kazanım oldu.

Bu stratejik politikalar sonucunda, büyük devletler boş durmayarak günden güne kendi savaş teknolojilerini geliştirmede epey ileri bir seviyeye geldi. Onlar savaş teknolojilerini üretiyor, Ortadoğu'da ki halklar bu savaş teknolojileri ile birbirlerini yok ediyorlar. Bu döngüde en ciddi kazanımları olan devlet şüphesiz ki ABD oldu. ABD yıllarca Ortadoğu'da kendisine muhalif devletlerin yöneticilerini bir bir tasfiye ederek, bu devletlerin yöneticilerini ancak kendisine hizmet edecek ve hiçbir şekilde sözünde çıkmayacak kişilikleri oradaki devletlerin başına getirtti. ABD'nin vekalet savaşlarını yürütmede nasıl ustaca politikalar ürettiğini en çok Rusya ile Ukrayna savaşında oynadığı rolünde çok net anlaşılmaktadır. ABD, Ukrayna'nın NATO'ya üye olmasına dair mavi boncuk verme vaadi ile Ukrayna'nın, Rusya'ya karşı çıkışı ile beraber 3 yıla yakındır devam eden savaşta ABD, Ukrayna'ya ciddi silah yardımında bulundu. Normal şartlarda Rusya devleti, Ukrayna gibi bir ülkeyi kısa sürede etkisiz kılabileceği bir güce sahipken, bu savaşta ABD'nin Ukrayna'ya verdiği ekonomik destek ve süper savaş teknolojiye sahip silahlar ile Ukrayna, Rusya'ya karşı savaş mücadelesinde ciddi bir avantaj elde etti. ABD, Ukrayna aracılığıyla Rusya'nın içinde bulunduğu savaş karışıklığından faydalanarak, Ortadoğu'daki boşluğu müttefik ortağı İsrail ile beraber Suriye'de çok ciddi kazanımlar elde etti. 

Yıllardır Suriye'de devam eden savaşta Esad yönetimini koruyup kollayan Rusya, Ukrayna ile içinde bulunduğu savaş nedeniyle Suriye'deki kontrolü zayıflayarak, giderek tamamen hakimiyetini  kaybetti. Suriye'nin yeni dönemde kontrolü ABD ve müttefik ortağı İsrail'in eline geçti. Bugün Ortadoğu'da haritalar yeniden şekilleniyorken, Suriye adeta bilinmeyen bir denklem üzerinde yeniden inşa ediliyor. Suriye, Esad rejiminden tamamen arınırken, diğer tarafta Suriye'nin yeni toplum mühendisleri olan ABD ve müttefik ortağı İsrail'in gözetiminde kontroller sağlanıyor. Şuan Suriye savaş arenasında bir tarafta rejim muhalifleri HTŞ,  diğer tarafta Kürt güçleri öncülüğünde SDG ve Türkiye destekli SMO'nun kendi aralarındaki çatışmaları ile yeni bir sürecin Suriye için neler beklediğini ve bu çatışmaların kıvılcımları hangi devletleri savaşa dahil edeceği konusunda kafalarda ciddi soru işaretlerine yer bırakıyor. 

Peki Ortadoğu'da komşu olan diğer ev sahipleri, bu olup bitenlere karşı tepki olarak nasıl bir politika izliyor? Ortadoğu ülkeleri İsrail ile Filistin savaşından bu yana sessiz ve tarafsız bir politika izliyor. Tabiri yerindeyse Ortadoğu'da müslüman devletleri için dini bir amaç ve birliktelik anlayışının uzağında, bu sürece karşı deve kuşu gibi başını kuma gömerek, hiçbir şey olmamış gibi yaşamlarına devam ediyorlar. Çünkü günümüzde güç, tüm kutsallıklardan daha kutsal hale geldi. İnsanlar kutsallık diye atfettiği dinlerden, ideolojilerden veya uluslardan soyunarak, paraya dönük ibadet etmeye başladı. 

Dolayısıyla bugün Ortadoğu'da tabiri yerindeyse yılanın yedi başı gibi ayrı ayrı baş gösteren, yüzlerce cihat çağrıları ile bölgeyi kan gölüne çeviren örgütlerin temel amacı bulundukları bölgede anarşizme dayalı çeşitli kaoslar yaratmaktır. Din gölgesi adı altında kimin kime hizmet ettiği veya kimin hangi değirmene su taşıdığı belli olmayan birçok silahlı örgüt her gün Ortadoğu'da doğumunu gerçekleştiriyor. Suriye'nin iç savaşı ile beraber DAEŞ yapılanması bunu gösterdi ki Ortadoğu'da cihat adı altında yürütülen örgütler sadece güç ve paraya hizmet etmektedir. Çok acı bir durumdur ki bugün Ortadoğu'da öldürende, ölende ben müslümanım diyor. Günümüzde dünyanın hiçbir yerinde yaşanmayan acı, gözyaşı, zulüm, cehalet hepsi Ortadoğu'nun içinde adeta bir dinamit kuyusu, bir volkan gibi hergün yanmaktadır. 

Peki bu minvalde Türkiye, Ortadoğu'da nasıl bir politika izliyor ve Suriye için neyi hedefliyor? Bugün Türkiye'nin Ortadoğu'da ki rolü giderek daha güçlü bir potansiyel haline geldi. Bunun sebebi Türkiye, Ortadoğu'da kendisine komşu devletlerin içinde yer aldığı savaş, kaos ve çatışmaların sonucunda artan mülteci krizinin merkezi kampı haline gelmesidir. Bu durum iç siyasette büyük tehlikeleri doğurmaya giderken, dış siyasette Türkiye belli kararlarda Batı devletlerine karşı muhatab olarak görülmektedir. Bugün başta ABD ve Batı ülkeleri Ortadoğu'da petrol ve yeraltı zenginliklerine erişmek için Ortadoğu'da çıkardıkları vekalet savaşları doğrultusunda artan mülteci krizinin, kendilerine rahatsızlık vermesini istemedikleri için bu konuda Türkiye'nin mülteci merkezi olması karşılığında, mülteci ekonomik fonu desteği vermektedir. Bunun içindir ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa ile en ufak siyasi bir çatışmada "Gerekirse sınır kapılarını açarız". gibi mülteciler üzerinden göndermeleri sık sık yapmaktadır.

Türkiye bugün Ortadoğu'da ve Suriye'de kendisine komşu devletlerin yıkılışına bir bir tanık oluyor. Bu durumu göz önünde bulundurarak iç ve dış siyasete dair daha temkinli politikalar yürütmeli ve sağduyulu davranılmalıdır. Özellikle ülkede mevcut iktidarın saldırgan savaş politikası, Suriye'deki Kürt güçlerine karşı SMO ve HTŞ gibi cihatçı örgütlere sağladığı finans ve askerî destek ile beraber bu durum kendi ülkesindeki Kürt vatandaşların tepki göstermesine neden oluyor. Bence bundan sonra ülke politikası Suriye'de oluşacak yeni yönetimde Kürt güçleri ile ilişkilerini gözden geçirmelidir. Çünkü Suriye'deki Kürt güçlerine karşı savaş dili, kendi ülkesindeki Kürt vatandaşlarına karşı savaş dilini yansıtır. Eğer Türkiye, Suriye'deki yeni oluşuma karşı tüm güçlere eşit mesafede yakınlaşıp, şiddetten uzak daha barışçıl bir politika izlerse bu durum hem Türkiye'ye daha saygın bir prestij kazandırır hemde ülke sınırımız için tehlike ve tehdit olmaktan çıkar. Çünkü Suriye'de bugün Rojava yönetiminde bulunan SDG öncülüğünde Kürt güçlerinin DAEŞ çetelerine karşı mücadelede muhatabı ABD'dir. Dolayısıyla Türkiye, ABD'nin aksine politikalar geliştirdiğinde belli ekonomik yaptırımlara maruz kalmaktadır. Bu durum da Türkiye'nin dış politikasını sekteye uğratır.

Umuyor ve diliyorum bu yeni yılda Ortadoğu'da savaşların, acıların ve gözyaşların yaşanmadığı bir yıl olur. Çünkü Ortadoğu'da yaşayan halkların neredeyse savaşsız geçirdikleri bir yılları olmadı. Yeni yılda tüm dünya'da barışın, umudun ve özgürlüğün hakim olduğu bir yıl olması dileğiyle!