Bu haftaki köşe yazımın konusunu belirlerken ülkede toplumsal sorunlar arasında özellikle yakından tanık olduğumuz ve son dönemlerde daha da büyüyerek ciddi bir sorun haline gelen taşeronluğun işçiler üzerindeki olumsuz rolünü ele alacağım. Taşeronluk nedir? sorusuna cevap aramaya gitmenin öncesinde, işçiliğin ve işçi sınıfının kısa bir tarihine değinerek, emekçi insanların nasıl zor şartlar altında tarihi bir ilerleyişi katettiğini görelim.

1760'lı yıllarda İngiltere'de başlayan sanayi devrimi ile beraber çalışmanın toplumsal ilişkilerdeki yeri ve önemini esaslı bir biçimde değiştirmiştir. Buharın keşfi ve fabrikaların ortaya çıkması ile birlikte bir yandan üretimin yapısını değiştirmiş, diğer taraftan da yeni bir toplumsal sınıf olarak işçi sınıfının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Sanayileşme ile birlikte fabrika tipi üretim sürecinin başlamasıyla, fabrikalarda sürekli üretim hırsına dayalı çalışma koşullarının etkisiyle giderek kazaların ve sağlık sorunların artmasına neden olmuştur. Buna karşı işçi sınıfının örgütlenerek çalışma koşullarının iyileştirilmesi için yaptığı mücadeleler ile devletlerin bu alanda ciddi önlemler almaya yöneltmiştir. 

Sanayi devrimi sonrası fabrikalaşmalar ile beraber toplumsal sınıflara yeni eklenen işçi sınıfı belli ideolojik düşüncelerin etkisiyle örgütlenerek topyekûn bir güç halini almıştır. İlki 8 Mart 1857'de Amerika'da yer alan bir dokuma fabrikasında çalışan 40.000 işçi, 16 saatlik iş günün 10 saate indirilmesi ve ücretlerde artış yapılması talebiyle greve başlamıştı. Kadın işçilerin örgütlediği bu grev, o güne kadar yapılmış en büyük kadın eylemlerinden biriydi. Kadınların örgütlediği eylemi durdurmak isteyen polis, kadın işçilere saldırmış, fabrika patronlarının da desteğiyle binlerce işçi fabrikaya kilitlenmişti. Bu sırada çıkan yangında içeride kilitli kalan işçilerden 129'u yanarak yaşamını yitirmişti. ABD'de yaşanan bu büyük kitlesel kadın harekatının mücadelesi başta kadınlar adına iş koşullarını iyiye gitmesi için ilerlerken sonrasında ABD'de insani kimlik adına hiçbir kıymeti değeri olmayan siyahiler için de eşit hak ve özgürlük mücadelesini yürütmede öncülük etmiştir. Kadın harekatının başlatmış olduğu bu mücadele insani değerler adına emek sömürüsünü reddeden, tüm otoritelere karşı eşit, adil ve özgürlük mücadelesiyle dünyada birçok ülkede yankı uyandırarak işçi örgütlülüğüne dair iyi bir örnek olarak hafızalarda yer edinmiştir.

Daha sonraki dönemlere gelindiğinde Rusya'da kapitalizmin gelişmesi ile birlikte kentlerdeki büyük fabrikalara hızla artan işçi sınıfının karşı karşıya kaldığı son derece ağır çalışma koşulları, otokratik Çarlık rejimin en temel demokratik sistemleri yoksayan baskıcı politikalarıyla kitlelerin devrimci örgütlerinden iktidar organına dönüşen sovyetlerin ortaya çıkışını anlamak için işçi hareketinin gelişim seyrine bakmak gerekir. Ağır baskı koşullarında yoğun saldırı yaşanırken, oluşan işçi çevreleri sıklıkla dağıtılma ve tutuklamalarla işçilerin en küçük örgütlenme girişimlerine bile tahammül gösterilmezdi. Sovyet Rusya ile beraber İşçi sınıfı dikta rejimini yıkarak, emek sömürüsünü ortadan kaldırabilecek işçi devrimi inşasıyla daha sağlıklı, güvenli ve emeğin kıymetli olduğu bir düzen ile Asya, Avrupa ve Afrika gibi birçok kıtada insanlarda derin bir yankı uyandıracak düşünce akımıyla komünizmin vücut bulduğu tarih gerçekliğini yaşatmıştır. Komünizm ile beraber işçi sınıfının ön planda olduğu bu düşünce akımı, Avrupada kapitalizim bloğunu resmen korkuya boğmuştur. Çünkü komünizm bloğu çatısı altında bulunan işçi sınıfının emek sömürüsüne karşı mücadelesi ile dünyanın her yerinde işçilerin uyanmasına ve emeğin sömürüldüğü tüm inşalara karşı örgütlenmeler meydana getirmiştir.

Sovyet Rusya ile yanan işçi sınıfının direniş meşalesi tüm dünya işçilerine aydınlık olmuştur. Komünizm düşüncesi ile yayılan bu akım kısa sürede Kapitalizm bloğu olan ABD ve Avrupa ülkelerinin sınırlarına sıçramaya başlamıştı. Böylece ABD, Avrupa ve birçok kıtada işçi devrimi tehdidine karşı kötü şartlar altında çalışan ve hiçbir değeri olmayan yaşlı, kadın, çocuk ve genç işçilerin haklarını bugünkü dünya hukuk sistemi ile yazılı hale gelerek daha iyi çalışma şartları ile işçinin iş sağlığını ve güvenliğini ön planda tutacak emeğin karşılığını yasalar ile ödetmeye zorlayan iş kanunlarıyla, işçi dayanışması ve gerçekliğini yaşatmıştır.

Dünya'nın her yerinde olduğu gibi Türkiyede'de işçiler ağır şartlar altında çalışma koşulları nedeniyle kimi meslek hastalıklarından ötürü, kimi iş kazası sonucu birçok işçi yaşamını yitirmiştir. Geçmişten bugüne iş hukukunun gelişiminde sendikal mücadelenin büyük bir yeri ve önemi vardır. İşveren karşısında zayıf olan işçiler kendi aralarında birleşerek sendikalar kurmuşlardır. Kendi kendine yardım mekanizmaları ile birlikte bireysel olarak elde edemedikleri kazanımları, sendikalar ile elde etmişlerdir.

 Ülkemizde çalışanlar kamu ile özel sektör olmak üzere iki alanda iş gücü ve ayrımı yapılmaktadır. Kamu idaresi bünyesinde yer alan memurlar devlet tarafından korunmaya alınırken, diğer tarafta özel sektörde yer alan işçiler zor çalışma şartların etkisiyle işçilerin dayanışma ve birleşimiyle beraber sendikalar aracılığıyla korunmaktadır. Sendikalar ile beraber uzun soluklu mücadeleler sonucu işçilerin belli netlik kazanmış çalışma hakları iş hukukuyla güvence altına alınmıştır.

Son dönemlerde medya ile yakından duyulan ve giderek büyük bir toplumsal sorun haline gelen taşeronluk kavramıyla tanışıyoruz. Kurumsal firmaların yoğun nüfusa sahip işçi maliyetlerinden oluşan kıdem tazminatları, sigorta ve işçilerin diğer yan haklarından kaçınmak adına alt iş veren ve taşeronlar ile anlaşıp dönemsel, daimi ve yevmiyeci gibi işçi çalıştırma sisteminden yola çıkarak ucuz iş gördürme ve sorumluluklardan kaçınmak adına ilişkiler kurmaktadır. Büyük kurumsal firmalar iş bölümleri altında birçok taşeronla çalışmaktadır. Bunlar temizlik şirketlerinden oluşan taşeronlar, yemek şirketlerinden oluşan taşeronlar ve teknik işler bakımından taşeronluk bölümleri mevcuttur. 

Büyük iş yerlerin ve şirketlerin bünyelerinde anlaşarak taşeronlar aracılığıyla çalıştırdıkları işçilerin hiçbir yasal hakları ve sosyal güvenceleri bulunmamaktadır. Böylece ülkede artan ekonomik bunalım nedeniyle hem emek gücünde ucuzlaşma hem de çığ gibi artan işsizlik yaşanırken, taşeronların bu fırsatlardan ziyade çalışanlar üzerine kurduğu psikolojik baskı, sömürme ve sindirme politikalarıyla işçileri çalışma alanlarında iyicene bezdirmektedir. Bunlar yetmezmiş gibi taşeronların bünyesinde çalışan işçilerin devlet tarafından hukuki bir güvencelerinin olmayışı ve çaresizlik içinde ağır şartlar altında çalışma mecburiyetleri içler acısı bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Günümüz dünyasında gelişmiş ülkelerde iş hayatı standartlarına bakıldığında işçiye dair tüm sosyal haklar verilirken, gelişmemiş ülkelerde ise işçiler halen kötü şartlar altında uzun soluklu mesailer yapmasına rağmen emeklerinin karşılığını alamamaktalar. Bunlarla kalmamakla beraber hiçbir hukuki güvenceleri de bulunmamaktadır. Peki, biz ülke olarak bu değerlendirmenin neresinde yer almaktayız? Maalesef en basit örneğini hergün haber sayfalarında haksızca işten çıkarılan ve hakları gaspedilen işçilerin, anayasada düzenlenmiş temel grev haklarını kullanmak istediklerinde bile kendilerini emniyet güçleri tarafından yaka paça gözaltına alındığını görüyoruz. Oysaki sosyal devlet statüsünde yer alan ülkeler, işçi sınıfının dayanışmaları çerçevesinde iş kanunları gibi hukuka geçirilmiş işçilerin temel hak ve ödevlerini en iyi şekilde koruyup, kollayan yasalar çerçevesinde muhafaza edilmektedir.

Umarım yetkililer, ülkede yaşanan bu tür toplumsal sorunların daha büyük acılara gebe kalmasına izin vermeden, emekçilerin başına musallat olmuş bu taşeron belasına köklü bir çözüm bulur. Gelecekte işçi ve emekçi insanımızın haklarının sömürülmediği ve her anında kıymet gösterildiği bir dönemin olmasını temenni ediyorum.