Devletli sınıflı sistemler, insani boyutuyla toplumsal yaşamda büyük kırılmalara ve parçalanmalara yol açtı. Toplumsal emekle elde edilen maddi değerlerin, siyasi gücün elit seçkin sınıfın eline geçmesi, toplumsallaşmanın niteliksel olarak bitirilmesini beraberinde getirdi. Böylece insan toplumu, elit,  seçkin, ve soylular olarak sınıflara ayrıştı ve bu, günümüze kadar modernleşerek devam etti kapitalizm olarak son şeklini aldı. Kapitalizm köleci ve feodal sisteme göre göreceli olarak fırsatların ve bazı özgürlüklerin olduğu bir sistem olarak görülse de, ya da egemen sınıf kapitalist sistemi özgürlüğün olduğu bir sistem olarak gösterse de, toplumun genel yaşamının kapitalizmin hiçte özgürlüğün olduğu, verimli üretimin topluma faydalı bir sistem olmadığını gösteriyor. Emperyalist  egemenlikten ve pazar kalmaktan kaynaklı savaşlar dünyayı bir mezbaha haline getirmiştir. Bunda maddi üretime ve bolluğa rağmen insanlar açlık ve yoksulluk içinde yaşıyorlar. Kapitalizmin yarattığı insan bencillikte ve bireysellikte korkunç bir hırs ve açgözlülük içinde olup hiçbir insani değer tanımıyor. Teknolojik ve bilimsel, sanatsal, tibbi gelişmeler insanı gelişmenin çok ötesine geçerek, insan adeta insani değerler konusunda sınıfta kalmıştır. İnsandaki toplumsallaşma zihniyeti son yüz yıldır büyük bir dağılma yaşadı ve insan korkunç bir şekilde bencilleşti. Mal, mülk, iktidar ve para sahibi olmak var olmanın, yaşamanın, adam olmanın ölçüleri olarak görüldü. İnsan denilen canlı türü kendine tam olarak bir yabancılaşma yaşadı.

Yaşamak için ürettiği maddi değerleri kullanan değil ürettiği maddi değerlere teslim olan, maddiyatçı bir insan türü şekillendi. Ürettiği maddi değerleri birbirini ezmede kullanan, güç olmakla övünen ucubeleşmiş bir insan dünyayı felakete sürüklüyor. Bazı aklı eksikler, kapitalizmde verimli üretimin olduğunu söylüyorlar. Ancak bu verimli üretimin sadece bir avuç sermaye sınıfını daha çok zengin ettiğini, topluma ise hiç bir faydası olmadığını göremiyorlar. Kapitalizm korkunç bir yozlaşmayı ve çürümüşlüğü topluma dayatıyor. Mafyalaşma, çeteleşme, hırsızlık, fuhuş, yolsuzluk, uyuşturucu bağlılığı hepsi kapitalist sistemin yarattığı yozlaşma ve kokuşmadır. Kapitalizmin insani bir yapısı olmadığı için insanın çok yönlü gelişimiyle ve iyi koşullarda yaşayan toplum kurma gibi bir hedefi yoktur. Sürekli maksimum kâr amacı güderek uluslararası alanda pazar arayışına girer ve bunun için savaş çıkarmaktan hiç çekinmez. Son yıllarda, Orta Doğu'da cereyan eden, Rusya Ukrayna savaşı kapitalizmin egemenlik savaşlarıdır. Kafasını örümceklerin yediği bazıları, kapitalizmin yarattığı yozlaşmayı göremeyecek kadar beyin körlüğü yaşıyorlar. Öyle ya, beyin kör olduktan sonra göz gerçeği görmez ya da gördüğünü ve kapitalizmin kendisine öğrettiğini gerçek olarak kabul eder. Bazıları, bundan dolayı kapitalizmin son sistem olduğunu, bundan öte başka bir sistemin olmayacağını düşünüyorlar, daha doğrusu öyle bir düşünce beyinlerine enjekte edilmiş. İnsanlar ev kiralarını ödemekte zorlanıyorlarsa, paraları olmadığı için hastanelerde tedavi edilmiyorlarsa, yeterli besleniyorlarsa, bir insan kırk yıl inşaatta çalıştığı halde hala 1 evi yoksa kapitalizmin verimli üretim ve ekonomini nasıl yorumlamak gerekiyor?

Kapitalizmin yarattığı insan gerçekliği tam bir yıkımdır. Yani insanın kendi kendine yabancılaşması, insani erdemlerini kaybetmesi insanlık için bir değilmidir? Kapitalizm insanı malaştırır olarak insanı özel mülkiyete sahip olun diye sürekli teşvik eder ve insandaki toplumsal özellikleri yok eder. Toplumsal özellikleri yok olmuş insan ancak kapitalizmi savunur ve kapa maddiyatçı olur. Kapitalizmle beyni dumura uğramış insan, sermaye birikiminin üretici güçlerin yaratığı emekle , artı-değerle değil kapitalistin çalışarak kazandığını düşünür. Kapitalizmin yarattığı birey toplumun komünün kollektif emeğini görmezden gelir herşeyin kapitalist sistemin bir gelişimi olduğunu düşünür. Oysaki toplumsal emek ve dayanışma çalışma olmadan insan bir ekmek bile üretemez. Bazıları, kapitalizmin sanayiyi geliştirdiği ve sanki kapitalizm olmazsa sanayi gelişemezmiş gibi yanılgılara düşüyorlar. Teknolojik ve bilimsel sanatsal gelişimlerin, etkinliklerin insanın gelişen ve keşfeden beyni üretir ama kapitalizm bu gelişmeleri kendi sisteminin gelişimi ve meşruluğu olarak kullanır, bütün bu gelişmeleri kapitalizmin varlığına bağlar. Dikkat edilirse, kapitalist çağda ve daha önceki köleci ve feodal sistemlerde çalışmanın ve üretimin toplumsal rolü yok sayılıyor. 

Devletli sınıflı sistemlerde toplumsal emek ve dayanışma çalışma hep yok sayılmıştır, en üstte yer alan elit seçkin yönetici sınıf herşeyi kontrol ederek kendi tekellerine alarak kendilerine mal ederler ve toplumuda sürü olarak görürler. Bu, sürü olarak görülen günümüz kesiminin dar anlamda adı emekçi ve işçi sınıfı, geniş anlamda ise toplumun tamamıdır. Emek ve sınıf bilinci olmayan üretici güçler, elit seçkin sınıf tarafından cahil yığınlar, ayak takımı, taşralı ve değeri olmayanlar olarak görülürler. Yani günümüzdeki değersiz, ayak takımı taşralı çoğunluk bir zamanlar köleydiler ve marabaydılar efendilerine üretim yapıyorlardı. Köleleşmiş beyinler, yedikleri yemeği ve giydikleri kıyafetleri efendilerinin kendilerine verdiklerini düşünüyorlar. Oysaki herşeyi üreten hep toplum olmuştur, el koyan ve bu maddi değerlerle sarayda yaşayanlar hep elit seçkin sınıf olmuştur. Bu, günümüzde modernleşerek ve ulus devlet maskesi takarak kapitalizm olarak varlığını sürdürüyor. Kapitalizmin liberal anlayışının özgürlüğünün toplumsal bir özü bulunmuyor ve bireyi sözde özgürlük adı altında toplum karşıtı hale getirip bencilleştiriyor. Köleci ve feodal sistemlerde bile insan kapitalist sistemdeki gibi bir bencilleşmedi, her ne kadar köle ve maraba olduysa da, toplumsal değerlere Zihniyet olarak sahipti ve sistem yıkılsa doğrudan toplumsal değerleri yaşayacak öze sahipti. Kapitalizmde fiziki olarak kölelik yoktur, kimse insan satamaz ve bu yasaktır. Yani kapitalizm bireyin bireysel gelişimine ve istediğini yapmaya hukuki olarak bir engel koymuyor ancak insanın modern çağdaş olarak birbirinin emeğini sömürmesini yasalarla meşrulaştırıyor. Bir insan, düşük bir ücret karşılığında kendi emeğini üretim araçlarına sahip olan kişiye daha çok maddi üretim yapmak için kullanıyor. Bir işçinin, ürettiği maddi değerler aldığı ücretin en azından üç mislisidir. Sosyalist literatürde buna ARTI-DEĞER denir. İşçinin, düşük bir ücret karşılığında ürettiği artı-değer bir süre sonra birikerek sermayeye dönüşür. Ekonomik olarak zaten çok zor koşullarda yaşayan işçiler emek ve sınıf bilincine sahip olmadıkları için, bu sömürü sistemi onlarca, yüzlerce yıl devam eder gider ve dini inancın güçlü olduğu gelişmemiş ülkelerde ise bu sistemden kaynaklı açlık ve yoksulluk Allah'ın kaderi olarak gösterilir ve toplumda bilinç olmadığı için sisteme karşı çıkmak şurada dursun, sistem isyan etmek Allah'a karşı çıkmak olarak görülür, hatta vatan hainliği ve devlet düşmanlığı olarak bile görülüyor. Bazen, bazı fabrikalarda, maaşlara zam olsun diye yapılan grevler ve iş bırakma gibi durumlar dış güçlerin oyunları olarak görülüyor. Bunların hepsi kapitalist haydutların toplumu sindirme ve kontrol etme oyunlarıdır. Kapitalist sistem, özel mülkiyete sahip olmayı özgürlük olarak görüyor ve insanları bunada inandırıyor. Oysaki özgürlük toplumsal yaşamın gelişmesi ve insanın sömürü, savaşlar, sınıflar, sınırlar olmadan barış içinde yaşamdır. Toplumsallaşmaya karşıt olan her girişim tehlikelidir. Topluma hizmet etmeyen herşey elit seçkin sınıfa hizmet eder. Sınıflar var olduğu sürece, verimli olduğu söylenen ekonomik gelişimin pastasından aslan payını sürekli elit seçkin sınıf alır, işçiye ve emekçiye ise kırıntı düşer. Çünkü kapitalizmde denklem çoğunluğun yoksulluğu küçük bir sermaye sınıfının zenginliği üzerine kuruludur. Toplum, ekonomik değerlerin üretildiği canlı makine olarak görülür ve toplumsal alan elit seçkin sınıfa gelir aktarımının olduğu muazzam bir üretim merkezi olarak görülür. Bundan dolayı, toplumsal çoğunluk ne kadar fakir olursa elit seçkin sınıf/azınlık sürekli daha çok zengin olur. Demek ki, kapitalizmde sözde verimli üretim ve ekonominin topluma bir faydası olmuyor, zenginin kârına daha çok kâr katmak için yapılıyor. Başka türlü olsaydı, toplumsal çoğunluk, adı geçen bunca verimli üretim içinde neden yoksulluk yaşasın?