Tarihte, toplumsal mücadelelerinin, demokrasi direnişlerinin önünde hiçbir güç duramamıştır. Mevcut iktidar odakları demokrasi mücadelelerine engel olmak istedilersede, demokrasi güçlerine darbe vurdularsada, sonuçta galip gelenler toplumsal, demokrasi güçleri olmuştur. Toplumsal belediyecilik ilk kez HEP, HADEP geleneğinden gelen partiler halkın öz gücüne dayanarak gelişim gösterdi. Halkçı belediyecilik dikta rejimlerinin korkulu rüyasıdır. Çünkü halkçı belediyecilik demek dikta rejimlerinin rant siyasetini önlemek, yok etmek demektir. DEM Parti'nin birinci parti olduğu Diyarbakır, Van, Mardin, Dersim, Hakkari, Ağrı, Bitlis ve Batman ve çevre bölgelerde halkçı belediyeciliğin gelişimi kapitalist düzen partilerinin bölgedeki etkisini bitirdi. Uydurma ve gerçek olmayan suçlamalarla halkın iradesine saldırıyorlar, kayyumlar atıyorlar, belediye eş başkanlarına uydurma gerekçelerle hapis cezaları veriliyor. DEM parti belediyelerini teröre destek vermekle suçlayan zihniyet, 1977'de Fatsa'da bağımsız olarak seçilen ve halkçı belediyeciliği geliştiren ve Fatsa kaymakamından ve Fatsa'da ki ilçe partilerinden bile destek alan Fikri Sönmez'i de hedef haline getirmişlerdi.

Dönemin başbakanı Demirel, Fatsa'da kimse devleti takmıyor diye, açıkça Fikri Sönmez'in geliştirdiği halkçı belediyeciliği hedef haline getirmiş, neticede Fikri Sönmez tutuklanmış, yıllarca zindanda tutulmuş, işkenceler sonucu sağlığı bozulmuş ve ölmüştü. Bir şehirde, ilçede, kasabada halkı belediye meclisine alıp halkçı belediyeciliği geliştirmek neden devleti takmamak oluyor? Tam tersi, halkçı belediyecilik demokrasinin gelişmesi ve halkın kendi kendini yönetmesi değilmidir? Türkiye'de anayasada demokrasinin halkı kendi kendini yönetmesi olarak kabul edilmiştir. Bu durumda neden halkçı belediyecilik devlet ve hükümet için tehlikeli bulunuyor? Fatsa'da ki halkçı belediyeciliğin bütün Türkiye'ye örnek ve ilham kaynağı olabileceğini ve rant siyasetinin biteceğini düşünen İktidar odakları uydurma gerekçelerle halkın iradesini engellediler. Birkaç yıl sonra, 12 Eylül cuntasının olmasıyla Demirel'e siyaset yapma yasağı getirilince, Demirel kendi kazdığı kuyuya düşmüş, Türkiye'nin hiçbir zaman demokratik bir ülke olmadığını söylemişti ama çok geç kalmıştı. 22 yıldır iktidarda olan AKP de, yıllar önce muhalefette iken, mevcut sistemi yerden yere vuruyordu. Şimdi ise sistemin en kötü aktörü olmuştur. Türkiye'nin bu çıkmaza girmesinin ekonomik sorumlu devi olan TÜSİAD bile, kendi siyasi sözcükleriyle ters düşer hale geliyorlar. 

Böyle devam ederse,  ileride, yani yakın gelecekte siyasi kavga sadece demokrasi güçleriyle iktidar odakları arasında olmayacak, bu kavga iktidar güçleri arasında da olacak. Çünkü Almanya'da Hitler, kendine muhalefet eden, eleştiren, karşı çıkan kimse istemiyor hepsine düşmanlık ediyordu. Kürt halkının bölgede seçtiği belediyelerle kendi kendini yönetmesi neden terör oluyor? Hem Öcalan gelsin mecliste konuşsun diyorlar hemde eline bıçak bile almamış insanlara siyaset yasağı getiriyorlar hapise atıyorlar. RTE, yıllar önce, dağdakilere, iki defa, " elde silah dağda gezeceğine gel mecliste siyaset yap" demişti. Türkiye'ye barış ve huzur nasıl gelecek? Bu gidişatla Türkiye Suriye gibi olmazmı acaba? Demokratik siyasetin önü kapatılırsa Türkiye kaosa sürüklenir. Akan suyun önünü kapatırsanız bu su bir yerde birikir birikir ve sel gibi taşar. Yukarıda adı geçen şehirlerde ve kasabalarda bütün belediye başkanları YSK'nin onayıyla seçildiler ama seçildikten birkaç hafta sonra terörle suçlanıyor görevden alınıyorlar. Böyle uydurma ve saçma sapan şeyler oluyor. CHP'nin belediyelerine bile göz diken bir hükümet var. Öyle anlaşılıyor ki, AKP hükümeti iktidarı kaybetmekten fena korkuyor ve bu korkunun verdiği panikle çevresine saldırıyor.

Bana öyle geliyor ki, AKP hükümeti öyle normal bir seçimle gitmeyecek. AKP hükümeti'nin gidişi, demokrasi mücadelesinin daha çok yaygınlaşmasıyla olacaktır. Devlet içinde bile, bazı kesimlerin, AKP hükümeti'nin Türkiye için artık bir yük olduğunu ve gitmesi gerektiğini düşünenlerin olduğunu düşünüyorum. Türkiye'nin NATO'yla 75 yıllık içli dışlı oluşu, Amerika ve Avrupa merkezli yabancı sermayenin Türkiye'yi avuçlarının içine almış olmaları, öteden beri, hükümetlerin arkasında bu büyük sermaye güçleri olduğunu biliyoruz. Yoksa, bir periyodik hükümetin öyle asarım keserim diyecek bir cesareti ve gücü yoktur. 1950'den beri bütün sağ hükümetlerin hepsinin Amerika ve Avrupa merkezli yabancı sermayenin emrinde çalıştıklarını biliyoruz. Çünkü Türkiye'deki sanayicilerin hepside Amerika ve Avrupa'yla el ele vererek çalışıyorlar. Türkiye'nin nereye yüzlerce milyar dolar borcu var? Birkaç yıl önce, Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye'nin iki tane Londra'lı bankere borçlu olduğunu söylemişti. Londra'lı bankerler dediği Rothschild ailesidir.

Erol Mürtecimler, bir programda, 12 Eylül cuntasını Rothschild ailesinin yaptırdığını söylemişti. Bu Rothschild ailesi İngiltere merkez bankasına ortaklar. Ve Türkiye'nin İngiltere'de yüzlerce ton altının tutulduğunu kim biliyor ve neden yüzlerce ton altın İngiltere'de tutuluyor? Kürt sorununu çözmezseniz demokratik olamazsınız ve NATO üslerinin kurulmasına ses çıkaramazsınız ve işte o adını sıkça söylediğiniz o dış güçler sizin siyasetinizi perde arkasında yönlendirirler. AKP hükümeti'nin bu kadar aşırı gitmesi, şımarması, CHP'yi bile takmaması adı geçen bu Amerika Avrupa merkezli yabancı sermaye güçlerinden aldığı güçledir. Kürt sorununun günümüze kadar çözümsüz kalmasında Türkiye'nin NATO'yla ve onun emperyalist güçlerle olan ilişkisinin payı çok büyüktür. Çünkü Amerika ve Avrupa, kendi iç sorunlarını çözmüş, tam bağımsız ve demokratik bir Türkiye görmek istemiyorlar. Kendi iç sorunlarıyla boğuşan ve hastalıklı olan bir Türkiye Amerika ve Avrupa emperyalizminin istediği bir Türkiye'dir. Türkiye'nin Kürt halkını inkâr etmenin arkasında yine emperyalist güçler var. Peki Kürt halkını inkâr etmenin Türkiye'ye ne faydası oldu? Bazı politik analizciler, Kürtlerin eninde sonunda özgür olacağını söylüyorlar. Kürtlerin kimlik mücadelesini güvenlik nedeniyle bastırmak için son kırk yılda tam dört trilyon dolar paranın bütçeden harcandığı söyleniyor. Türkiye Kürt sorununu yıllar önce çözseydu bu dört trilyon dolar para Türkiye'yi dünyanın en zengin ülkesi yapardı, konut sorunu çözülürdü, şehirler ve köyler modernize edilirdi, işsizlik sıfıra inerdi, Türkiye kendi kendine yetecek bir ekonomik güce sahip olurdu. İngiltere'de yerel yönetimler, belediyeler kendi içinde özerkler, bir şehirde okul, yol, hastane yapılacaksa o şehrin belediyesi ona karar veriyor. Buda yerel yönetimlerin güçlendirilmesi demektir. Türkiye'de de yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerekiyor, Kürt sorununun çözümü gerekiyor ve böylece demokrasinin gelişmesi gerekiyor. Zararın neresinden dönüşürse kârdır deyip, Türkiye'yi gerçekten düze çıkarmak gerekiyor. Türkiye'ye düşman olanlar Türkiye'nin bir kaosa sürüklenmesini isterler. DEM parti sadece Türkiye'nin sorularının çözümünü istiyor, demokrasinin gelişmesini istiyor. Peki Türkiye'nin kötülüğünü kimler istiyor? Türkiye'yi şimdiye kadar kimler nasıl yönettiler? Türkiye'de halkı bir lokma ekmeğe muhtaç edenler, devletin parasıyla ailesini zengin edenler, tarımı, hayvancılığı bitirenler Türkiye'nin düşmanlarıdır. Aksini iddia eden varsa buyursun işte meydan. Bu yazıda yazılanların hepsi Türkiye'nin gerçeklerdir.