Türkiyenin iktidarını ve ekonomisini anlamak için, asgarî ücret ile çalışan bir işçi olmak yeterli...
Günden güne daha da fenalaşan ülkedeki ekonomik kriz, tabiri yerindeyse halkta ne sabır taşı ne de ağızda sıkılacak diş bıraktı. İnsanları bir taraftan dünyayı uzun zamandan beri kaplayan Covid-19 ile işsizliğin her bireyde oluşturduğu olumsuz gidişat ile beraber, mevcut işe başlayıp da yoğun mesailer harcanmasına rağmen eldeki hesabın çarşıya uymaması gerçeği güzelim ülke insanımızı yekten perişan etti. Ülke insanlarının devlet açılımında inandıkları güvenilir, adil, güçlü ve kudretli olan devlet anlayışında bu vasıflar ne yazık ki vatandaşlarda sonu hüsran olan bir devlet yönetimi ve gerçeği ile karşı karşıya bıraktı. Çünkü ülkemizin anayasasında Devlet; karma ekonomik politikasıyla vatandaşının ekonomik güvencini sağlayan ve koruyup, kollayan yasalar nezdinde vatandaşlarla hukuki bağı ile güvenirliğini tanıtmıştır. Fakat devlet anlayışımızın aksine yaşadığımız birkaç örnekte olduğu gibi hergün piyasada sürekli artan fiyat fahiş artışları karşısında piyasaya, ekonomiye müdahale edemeyen bir devlet gerçekliği ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu durumda vatandaş alım gücü olmadığı için açlık sınırıyla bunalım süreci yaşıyor. Yine iş sahipleri ucuz işçi çalıştırma politikalarıyla çalışanların işçi haklarını gözetmeksizin hem ucuz işçi çalıştırma, hemde istediği gibi işlerinden edinme ve yeri geldiğinde kıymeti ve değeri olmayan işsizler ordusunu yaratabiliyorlar. Aynı zamanda konut sahipleri, kiralarda oturan vatandaşlara istedikleri gibi kira ücretlerini artırıp, kar kış demeden insanları sokağa atabiliyor...
Evet ülkemizin resmi hukukuna baktığımızda karma ekonomi sistemine taraf belirlemiş ve yeri geldiğinde devlet ekonomiye, piyasaya vatandaşı korumak için müdahale etme gücü vardır. Fakat mevcut iktidarın izlediği ekonomik politika karma ekonomik politikasıyla değil, adeta serbest ekonomik politika anlayışıyla yönetiliyor. Bu durumda vatandaşları koruyup kollayan devlet profili yerine, kötüleşen ekonomide acımasız açlık kırımıyla beraber vatandaşını yoksulluğa terkeden bir devlet gerçekliğine yer bıraktı. Bu durumu ülke insanı pandemi süreciyle beraber iliklerine kadar korunaksız büyük bir yalnızlığı yaşadı.
Ülkede şuan yaşanılan serbest ekonomik anlayışı tabiri doğru olur mu? bilmiyorum. Neticede hayvanlar da birer canlıdır, aynı zamanda doğa gereği kutsal ve vazgeçilmezdir. Örnek vermeye gelince ülkede yaşanan serbest piyasa anlayışı biraz da Orman kanununlarında hayvanlar alemine benzetiyorum. Nasıl ki ormanlar kanununda güçlü olan hayvanlar, gücü az olan hayvanları eziyor ve yok ediyorsa, ülkede şuan bizler de bunu yaşıyoruz. Kısacası ekonominin ağabeyleri istedikleri gibi fiyatları yükseltip, zamlarla halkın kapısına dayayıp, vatandaşı açlık ve sefaletle günden güne ezip yok ediyorsa, bu durumda verdiğim örnekle ülkede yaşanılanlar ile doğru orantıdadır.
Ülkede bunlar yetmezmiş gibi ülkedeki mevcut iktidarın, halktan bu kötü süreçlerde midelerine kemer sıkma politikalarına dair halen söylemler kullansa da, bilinmelidir ki bu ülkenin insanları açlık ile en derin muhasebe ile karşı karşıyadır. Bu durumda mevcut iktidarın halktan gerim adım atılmasını beklememeli. Çünkü halktan geri adım atılmasını beklemek, halkın uçurum kenarına itilmesi ve ülke insanını kıyımla baş başa bırakılması demektir.
Her yıkım sonrası yeni bir oluşumun gidişatı yıllardan beri hep olagelmiştir. Görünen o ki iktidar vatandaşlar üzerine hiç bırakılmadığı kadar kötü bir tesiri yaşattırdı. Ekonominin yıkımı ve bu süreçte ülke insanının değersizleştirilmesi yeni bir oluşumun gerekliliğini doğuracaktır. Peki bu yeni oluşumun doğumuna ve halkın kanayan yarasını saracak diğer birleşen partiler bu yolda ve yolculukta samimiler mi? Yoksa ben çıkarlarım olursa varım düşüncesiyle mi? hareket halindeler. Son yerel seçimlerde özellikle Kürtlerin oylarıyla büyük şehirlerde iktidar olabilme sinyali veren CHP, gelecek seçimlerde Türkiye siyasetinin aktörü olabilir mi?
Bence bu ülkede Kürtleri kendi tarafına çeken her siyasi parti, İktidar olma yolunda 1-0 ile önde yol almıştır. Bunu geçmiş tarihte Türkiye siyasi iktidarlardan ve en net örneği Erdoğan ile beraber AKP döneminin en parlak yıllarında gayet net ve anlaşılır bir gerçek olduğu inkar edilemez. Peki bu gelecek seçimlerde özellikle 20 yıllık AKP iktidarını sonlandırmak için yeni birleşen parti blokunda, "Kürtler ile HDP'yi ayrı veyahut ayrıştırarak Kürtlerin desteği elde edilir mi?" diye tartışılıyor, bu mümkün mü? Tabi ki bu mümkün değil. Çünkü son belediye seçimlerine bakarsak Türkiye'nin bel kemiği olan büyükşehir illerinin CHP'nin kazanmasında büyük rol oynayan etken, HDP'nin Edirne F tipi cezaevinde tutuklu edilen eski Eş başkanı Selahattin Demirtaş'ın parti kimliğiyle kürtlerin CHP'yi desteklemesini istemesiyle, CHP Büyükşehir belediyelerinde hakim oldu. Yani demem o ki, bu yeni doğacak iktidarın doğumu kürtlerden ve HDP'den geçecektir. Bu durumda CHP'nin, Kürtlere ve HDP'ye samimi politikalarla yaklaşmalıdır. Kısacası CHP'nin İktidar olma merdivenin basamakları HDP'den geçecektir, aksine düşünülürse bu durumda AKP iktidarının ömrünü uzatmaktan öteye bir politika olamaz. Zaten AKP bu gerçekliği gayet net bildiği için, sürekli karalama politikalarıyla HDP'yi medya tekeliyle 'terör' bombardımanına tutuyor. Bu politika ile CHP'nin bu sıcak süreçte HDP ile arasına mesafe koymasını sağlıyor. Dediğim gibi bu süreç çok önemli bir süreç, Halk yeterince öfkesini saklayıp sessizliğini korudu. Ve inanıyorum bu sessizlik seçimle beraber net bir sonuç alacaktır. Bu süreç en çokta CHP'nin mantıklı hareket edip, tarihte yıllar sonra iktidar olabilme fırsatına bu kadar yakınken; bu yolda barışçıl, tutarlı ve güçlü politikalar izlenmelidir.
İnanıyorum, Türkiyede herhangi bir siyasi partiden oluşacak yeni iktidar mekanizmasında, güçlü bir başarıya imza atmak isteniyorsa; bunu ayrım yapan, taraf belirleyen, farklı düşüncelere set çeken ve kutuplaşmayı savunan bir anlayıştan uzak, ülkedeki ekonomik çöküşün onarılarak sosyal refah seviyesine getirilecek; barışçıl, her düşünceye saygılı, renkliliğe karşı sempati duyan ve etnik kimliğe bakılmaksızın herkese kucak açan bilinçli bir iktidar ancak ülke insanına umut olabilir.