28 mayıs seçiminde AKP hükümetinin kontrollü seçim zaferi ile mevcut hükümet yönetiminde Cumhurbaşkanı Erdoğan'nın 5 yıl daha söz sahibi olacağı kesinleşti. Kontrollü seçim zaferi diye yazıma başlarken elbette açıklamasını da beraberinde getireceğim. Bilindiği üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerin başından beri partisinin 20 yıllık devlet yönetiminde yer almasının vermiş olduğu büyük gücü tüm sınırlarına kadar kullanmaya gitti. Devletin en büyük mercilerinden tutalım en küçük birimlerinekadar partisinin siyasi gücünü ve otoritesini kaybetmemek adına büyük bir seçim seferberliği içinde yer aldı. Bu seferberlik ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'nın yeniden seçilmesi adına bütün medya kuruluşlarından tutalım, devletin bütün birimlerine kadar seçim çalışmaları yürütüldü. Sadece bunlarla kalmayıp, rakip adayları pasivizeye uğratmak adına önlerine birçok engeller bırakıldı. Muhalif adayların önlerine konulan engeller ile sınırlı kalmayıp, birçok montaj video gibi karalama çalışmaları da işin içine girdi. Böylece bütün kontrolü eline alan bir yönetimin seçimde galip gelerek, kontrollü zaferi elde etmesi gayet normal bir durum halini aldı.
AKP hükümeti, seçim tarihinin belirlendiği günden tutalım seçimin akşamına kadar tüm devlet kurumları dahil parti teşkilatıyla beraber yoğun çalışmalar sonucu iktidar da ömürünü uzatmayı başarabildi. Tâbi seçim tarihinin belirlendiği gün itibariyle izlenilen politika "Amaç uğruna her şey mübahtır" siyasi anlayışı yürütüldü. AKP hükümeti başta MHP ile yürüttüğü iktidar gücünü, kendisine muhalif 6'lı masa birleşen partilere karşı tehlikeyi hissedince üç önemli politika hamlesini kullanmak durumunda kaldı. Bunlardan ilki tek başına hükmeti yeniden kazanamayacağını bildiği için birçok küçük ve yeni oluşumlu partilerin oylarını kendisine katma politikasını izledi. Böylece Büyük Birlik Partisi, HÜDA-PAR ve Yeniden Refah partisi gibi partilerin oylarını almak adına kendileriyle ittifak yapmaya gitti. Tâbi bu politika küçük partilerin de yönetimde yer almasına zemin sağladı. Küçük ve yeni oluşumlu bu partilerin gücünü kendine katma politikasındansonraki bir diğer önemli politikası ise seçimde Erdoğan'a rakip ve kıran kırana süren mücadelede yer alan Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda yapacağı seçim vaatlerine dair sözlerine karşı, Erdoğan'nın o sözlü vaatleri direk uygulayıcısı olmasıyla oy oranını artırdı. Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçime dair vaatleri arasında EYT, maaş zamları, öğrenim kredilerindeki faizi sildirme ve mülakatların kaldırılması gibi vaatleri vardı. Böylece Erdoğan öncülüğünde AKP iktidarı muhalefetin seçim vaatlerini, seçim öncesinde oy toplamak adına direkt bu vaatlerin uygulayıcısı olması seçime büyük etkisi oldu. AKP hükümetinin seçime yönelik 3'üncü önemli politikası ise şüphesiz ki muhalefetin mültecilere yönelik sürekli ülkeden geri gönderme tutumuna karşı, mültecilere yönelik bağlayıcı politikaları oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimi kazanmak adına mültecilere bol keseden vatandaşlık vererek, böylece mülteci oylarını kendisine geleceğini iyi biliyordu. Doğrusu seçimde kıran kırana giden seçim sonuçlarından anlaşılacağı üzere mültecilerin oyları böylece ülke yönetiminin kaderini belirlemiş oldu.
Bu seçimde hükümetin seçime dair mültecilere vatandaşlık verme politikasını, üzerinde doğup yaşadığım doğu bölgesinin muhtarlık seçimlerinde, muhtar adaylarının seçim metoduna benzetiyorum. İnanıyorum Doğu bölgesinde yaşayıp ve bu tür seçim politikalarına yakından tanık olan birçok vatandaş vardır. Doğu bölgesinde özellikle kırsal alanlarda bir kasabada, bir köyde ya da bir mezrada muhtarlık seçimleri olduğunda bazen kıran kırana muhtar adayların mücadelesine tanık oluyoruz. Muhtar adayları seçimde seçilme oranını yükseltmek amacıyla geçmiş yıllarda metropol şehirlere göçmüş olan akranlarıyla bir araya gelerek onların kendisine oy kullanmaları için ikametgah adreslerini bilmem hangi şehirden alıp, seçimde aday olacağı kasabaya, mahalleye taşıyarak oy potansiyelini artırma politikasını izler. Böylece o kasabada, mahallede devamlı yaşamayan akranlar o mahalledeki vatandaşların muhtarını seçilmesinde bir nevi kader belirleyici oluyor. İşte ülkemizde gerçekleşen son seçimlerde durum tam da böyle gelişti. Mevcut iktidar kendisine oy kullanmaları ve oy potansiyelini artırmak amacıyla mültecilerin döl yatağı hâline gelen Türkiye'deki çoğu mülteciye bol keseden vatandaşlık hakkı verdi. Böylece mülteciler ülkenin kafa kafaya giden seçim sonuçlarına yönelik ülkenin kaderini belirlemede belirleyici oldular.
Seçimde en önemli kilit rolü oynayan parti şüphesiz ki CHP' idi. Mevcut iktidar yönetimine karşı muhalif parti konumu ile 6' lı masa partilerini birleştirmeye gitmesiyle süreci yönetmesi iyi bir politika izlediği inkâr edilemez bir gerçektir. Özellikle iktidara karşı muhalif seçmenlerin 20 yılı aşkın AKP hükümetinin devrilmesi yönünde ilk defa bu kadar umutla sandığa gitmişti. Son seçimle muhalefetin CHP'nin öncülüğünde mevcut iktidarın koltuğunu sarsmaya dair büyük bir tedirginliğin yaşatması ülkede birşeylerin değişebilir olacağı hissiyatını vermişti. Fakat CHP'nin eleştiri bazında bazı eksiklikleri vardı. Önündeki tarihi öneme sahip seçimde sürece hakim olarak iyi okuyup ve iyi analiz edebilmeliydi. CHP seçim gidişatında çalışmalarını yürütürken toplumun algısını çok iyi çözümleyebilmeliydi. Özellikle ülkede Anadolu insanının katı ve inatçı kafa yapısını iyi analiz edebilmeliydi. Çünkü Anadolu insanının aşırı sağcı ve muhafazakâr yönü diğer farklı bir alternatifin oluşumuna müsade etmezdi. Dolayısıyla Kemal Kılıçdaroğlu'nun dürüst ve adil bir siyasetçi olmasından çok Alevi mezhebi kimliğine bakılarak yargılandı. Maalesef bu çok üzücü bir durum ama ülkenin içinde çıkamadığı derin bir gerçekliktir. Eğer Kemal Kılıçdaroğlu'nun yerine Ekrem İmamoğlu aday gösterilseydi bu durum bize farklı bir sonuç ile dönüş yapılbilirdi.
Burada elbette Kemal Kılıçdaroğlu'na topu atmamak gerekir. Özellikle geçmiş dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi bu seçimlerde de er meydanında yiğitçe bir çarpışma olmadı. Şartlar hiç eşit ve adil değildi. Basın ve medya, Yargı, Güvenlik güçleri, YSK ve Devletin tüm gücü bir siyasi partinin emelleri için çalışma yürüttü. Sadece seçim çalışmasını yürütmekle kalmayıp, rakip adayı da pasivizeye uğratma politikası izlendi. Yalnız hepsi bunlarla sınırlı değil. 6'lı masada yer alan İYİ Parti, Kemal Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanlığa aday olacağını duyduğu gün masayı terk etmeye gitti. Kamuoyunun tepkisini almamak adına tekrar geri masaya dönsede Kemal Kılıçdaroğlu'na yürekten verimli bir destekçi de olmadı. İşte bu ne yazık ki siyasetin acımasız cilvesidir. Kemal Kılıçdaroğlu, İYİ Parti'nin oluşumundan bugüne destek olup ve güçlenmesinde büyük rol oynarken, bugün İYİ Parti lideri Meral Akşener bu iyiliği kendisine hiç yapılmamış varsayarak Kılıçdaroğlu'na desteğini esirgedi. Sadece Meral Akşener değil, CHP'nin kendi içinde de Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığına karşı olanlarda oldu. Adaylar kesinleşmişken medya da halen Ekrem İmamoğlu'nun veya Mansur Yavaş'ın aday olması gerektiği yönünde belli yorumlar ile seçmenlerde kafa karışıklığına sebep oldu. Kısacası CHP'nin içerisinde Muharrem İnce gibi muhaliflerde oluştu. Bana öyle geliyor ki bu seçimle beraber Kemal Kılıçdaroğlu'nun artık köşesine çekilmesinin zamanı geldi. Bu asla bir yenilgi değildir, aksine onurlu bir şekilde mücadelesine virgül bırakarak, mücadele bayrağını başka bir adaya devretmesi gerekir. Tâbi öngörüm şu yönde olup, inanıyorum Kılıçdaroğlu'nun yeni bir adayın oluşumu için görevine devam ederek yerine getireceği yeni bir adayın zeminini sağlamlaştırmak adına kısa bir sürede daha görevini sürdürecektir.
Bu seçim sonuçları ile beraber çoğu siyasi partilerin içinde siyasi çalkalanmalar meydana geldi. Bu partilerden biri de HDP diğer ismi olan YSP'dir. YSP bu seçim sürecinde önemli bir etkiye sahip oldu. Hatta diyebilirim Kemal Kılıçdaroğlu'nun %48 oyu almasında en büyük destekçi parti konumundaydı. Fakat seçim tarihinin başlangıcından tutalım, seçim arifesine kadar 6'lı masada yer alan partiler kendi aralarında hükümet yönetiminde paylaşımlar yaparken sonrasında ittifaklarına dahil olan küçük yeni oluşumlu olan Zafer Partisine bile belli başbakanlık, bakanlık vaatleri öne sürülürken, seçimde en büyük desteği veren ve doğuda Cumhurbaşkanı Erdoğan'nın etkisini azaltarak Kılıçdaroğlu'nun en çok oy almasını sağlayan HDP ye hiçbir siyasi vaatlerde bulunulmadı. Bunun sebebi ise Kemal Kılıçdaroğlu'na destek verecek olan bir kesim milliyetçi oylarını kaybetmemek adına HDP ile mesafeli bir politika izlendi. Bu durumda 6'lı masanın HDP'yi muhatap olarak görmemesi ve buna rağmen HDP'nin aday çıkamayarak Millet İttifakının adayı Kemal Kılıçdaroğlu'na destek verme çağrısına karşı, HDP seçmen kitlesi tarafından büyük tepkilere sebep oldu. Seçim sonucunda HDP seçmenleri, yönetimine ağır eleştirilerde bulundu. Yıllardan beri eleştiri ve özeleştiri mekanizmasıyla politika yürüten Kürtler ve HDP seçmeni, partisinin defalarca kapatılmasından tutalım demokratik haklarının onlarca defa darbe indirilsede ve yok edilmeye çalışılsada, aksine daha da güçlenerek meclise giren Kürtler, politik bir halk konumundadır. Kürtler yaşadığı bölgelerde sürekli siyasi kırılmalar ve demokratik haklarında sürekli darbeler yaşayarak Ortadoğu'da güçlü politik bir halk seviyesine ulaşmıştır. Bu süreçte HDP'nin kendi seçmenin gücünü ve hassasiyetini iyi analiz etmeden Türkiye İşçi Partisinin etkisinde kalarak Emek ve Özgürlük İttifakı içinde oy potansiyelini düşürmesi ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde kilit bir parti konumunda iken politik rolünü iyi oynayamaması, seçmeni tarafından çok ağır eleştiriler almasına neden oldu. Hatta bu ağır eleştiriler HDP'nin yönetiminin istifa edip, değişimesine kadar gideceği öngörülüyor. Bu durum aslında Türkiyede siyasi partilerin içindeki demokrasiyi işlevli kılmasıda örnek bir konuma sahiptir. Seçmen yeri geldiğinde her kim olursa olsun eğer bir başarısızlık varsa ortada, yönetimindeki mekanizmasını değiştirebilecek güce sahip olmalıdır. Bu durum demokrasi yönünde Türkiye'nin bütün siyasi partilerinde gelişim göstermelidir. HDP özellikle Selahattin Demirtaş gibi siyasi sahada güçlü ve politik bir siyasetçinin cezaevine girmesinden sonra, HDP yönetiminde Selahattin Demirtaş'ın boşluğunu dolduracak güçlü bir yönetimin oluşturamadığı için seçmenler bu boşluğu dolduracak ve doğru temelde politika yürütecek iyi bir yönetim arayışındadır.
Yeni dönemle beraber Recep Tayyip Erdoğan öncülüğünde AKP hükümetinin bu seçim sonrasında izleyeceği politika nasıl bir yönde olur? sorusuna gelelim. Eğer AKP hükümeti son dönemlerinde olduğu gibi kendisine muhalif, oy vermeyen vatandaşları hedef gösterip, nefret siyaseti izleyip ve toplumda kutuplaşmaların oluşmasına devam ederse bu bir gerçektir ülkenin selameti için yıkım hükmünde bir politikayı izlemiş olur. Çünkü ülkenin %48'i çok önemli bir oran. Bu oranı çok iyi analiz edebilmesi gerekir. Bence bu saatten sonra AKP hükümeti, kendisine oy vermeyen vatandaşların taleplerini okuyup, onlarla barış dilinde bir siyasetin izlenmesi, kendi iktidarının selametine dayalı bir politika olur. Diğer bir konu ülkeyi derinden kavuran ekonomideki krizin günden güne kötüleşmesini engelleyecek bir politika izlemesi yönünde olacaktır. Ya önceki yönetimi gibi ülkeyi serbest piyasa halinde bırakıp, insanların ezilmesinde izleyici konumunda olacak, ki bu politika son seçimde hükümetin ömrünün son bulmasına neden oluyordu. Ya da ülkedeki ekonomik krize yoğunlaşarak piyasaya müdahale eden bir devlet gücüyle vatandaşlara karşı koruyucu iktidar politikasını yürüterek, ülke vatandaşlarının yeniden güvenini kazanmasını sağlayacaktır. İnanıyorum AKP hükümetinin son önemli politikası Kürtler üzerinde gelişecektir. Eğer Kürtlere yönelik yine hedef gösterme, ötekileştirme ve kutuplaştırıcı bir politika izlemesi yönünde olursa bu politika AKP hükümetinin bu seçimde yıkılmasına neden oluyordu. Ki bence Kürtler ile uzlaşmacı ve ilişkilerini iyileştirmesi yönünde bir politika izlemesinde yine AKP hükümetinin selametine olan bir politika olur.
Önümüzdeki yeni seçim döneminde nasıl bir siyaset gündemi ile karşı karşıya oluruz? Bence bu dönem Türkiye çok partili siyasi hayata girmiş oldu. AKP öncülüğünde Yeniden Refah Partisi ve HÜDA-PAR' ın meclise gelmesiyle, CHP'nin öncülüğünde önce İYİ Parti sonrasında SP, DEVA Partisi, Gelecek Partisi ve DP'nin meclise gelmesiyle ve son olarak HDP'nin öncülüğünde EMEP ve TİP' in meclise gelmesiyle Türkiye'nin siyasi tarihinde çok politik bir süreç ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. İleriki tarihlerde bu meclise gelen partilerin etkisiyle taşlar yerinde oynamaya daha müsait hale geldiğini söyleyebiliriz. Eğer AKP iktidarı bu dönemde uzlaşmacı bir politika ile yoluna devam ederse, inanıyorum partisinden istifa ederek, parti kuran ve kendisine muhalif partiler hâline gelen DEVA ve Gelecek Partisi ile tekrar yakınlaşma sürecine tanık olabiliriz. Hatta diyebilirim bu seçim sürecinde en çok çıkarlarını gözeten parti konumunda olan İYİ Parti'nin de ileriki siyasi yolculukta AKP hükümeti ile yakınlaşmasını da öngörüyorum. Tâbi aksine CHP'nin bu seçim sonrasında toparlanma sürecini iyi bir şekilde tamamlanmaya giderse ve yeni bir yüzün oluşumu ile siyasi hayata başlarsa, tekrar son seçimlerde olduğu gibi 6'lı masaya benzer bir konumda dengeyi yöneten bir aktör parti hâlini alabilir.