Hayat Pahalılığı, Zamlar, enflasyon, paranın değer kaybı yaşanması ve alım gücünün düşmesi vahşi kapitalizmin ve içi oyulmuş tabela demokrasilerinin değişmez kuralıdır ve bu, kültür seviyesi yüksek olmayan toplumlarda kader olarak algılanır ve yapacak birşey yok denir. Fakir çoğunluk için ekonomik kriz, finansal gücü ellerinde bulunduran küçük bir sermaye grubu için aslında gelir elde etme kaynağıdır. Siz, hiç zenginlerin krizden etkilendiğini ve şikayetçi olduğunu gördünüz mü? Göremezsiniz. Çünkü bir ülkede haftalık, zamların olması, alım gücünün günden güne düşmesi, toplumun yokluktan artık bunalıma düşmesi durumu varsa, fakir daha çok fakir oluyorsa zengin ise daha çok zengin oluyorsa işte orada kriz yok halkı bilinçli bir şekilde yoksulluğa sürükleme zenginlere daha çok maddi kaynak ayırma siyaseti uygulanıyor demektir. Dikkat ederseniz, Türkiye 12 Eylül darbesinden sonra, ANAP iktidarının kurulmasıyla neoliberal politikaların devreye girmesiyle, serbest piyasa ekonomisinin korkunç bir şekilde hayat bulmasıyla ve özelleştirmeyle zam ve yoksulluk sürecine hızla girmişti. Zamlar ve özelleştirme ANAP iktidarıyla başladı AKP iktidarıyla tamamlandı ve 12 Eylül darbesiyle hedeflenen sistem kuruldu.
Türkiye'de aşırı sağ muhafazakâr bir sistem var ve bu gidişle Türkiye ekonomik olarak daha kötüye gidecektir. 1980 sonrası Türkiye, büyük global sermayenin yani emperyalizmin daha çok denetimi altına girmiş, gün geçtikçe her konuda dışarıya daha çok bağımlı olma siyaseti devreye girdi. Toplum, zamlı hayata, yoksulluğa adım adım alıştırıldı. Fransa gibi ülkelerde en küçük bir zam tepkiyle karşılanıyor ve geri aldırılıyor. Türkiye'de ise alıştık diyorlar. Alıştık demek bir edilgenlik ve kabullenmişliği ifade eder. Yani siz yönetenler, bize ne yaparsanız yapın, neyi dayatırsanız dayatın kabul ederiz demektir. Bu bir teslimiyettir. Demek ki yönetenler, topluma açlıktan ölün deseler, toplum kabul edecek. Ki zamlara alıştık demek zaten, biz, sizin yaptıklarınızı kabul ediyoruz demektir. Türkiye'deki hayat pahalılığı ve zamlar öyle kısa süreli bir geçici krizden kaynaklanmıyor. İleride, sonuçları çok daha ağır olabilecek bir rejimsel/sistemsel krizden kaynaklanıyor. Bu sistemden nemalanan bazıları bile, bu gidişattan memnun değillerse bilinki gidişat hiç iyi değil ve mutlaka bu kötü gidişatı durdurmak gerekiyor. İnsanlar, birkaç yıl sonra ekmek bile alamayacak duruma gelirler. Son yirmi yılda iki milyon insan tarımı, hayvancılığı ve çiftçiliği bırakmış.
Bu korkunç bir rakamdır. Eğer böyle devam ederse demekki yirmi yıl sonra tarım ve hayvancılık tümden biter ve her şeyini dışarıdan almak zorunda kalacaksınız ama hangi kaynakla? Kuveyt, Katar gibi küçük ülkelerin petrol ve doğalgazı var, satıyorlar ve ihtiyaçları dışarıdan alıyorlar ama Türkiye, zaten ağır sanayide dışarı bağımlı, tarım ve hayvancılıktada dışarı bağımlı olurda işte tam kriz o zaman başlar. Hollanda, her yıl sadece sebzeden 120 milyar dolar para kazanıyor. Türkiye'de bunun on mislisini yapacak maddi kapasite var. Ancak çal, çırp, ye, dök, savur, cep doldur, devletin bostanından beslen kültürü olduğu sürece ekonomi düzelmez. Türkiye'de demokrasi ve rejim sorunu var. Bir ülkede mevcut ekonomik krizden sadece yoksul halk ve dar gelirler etkeniyorsa o ülkede kriz yok, kriz olarak gösterilen soygun rejimi var demektir. Turistler bile şikayet eder hale geldiler, zamlardan dolayı. Bırakın yabancı turisti, Avrupa'da yaşayan gurbetçiler bile, Türkiye'ye değil, Yunanistan daha ucuz diye Yunanistan'a tatile getmek istiyorlar. Bu sorunları çözecek olan, bu sorunları yaşayan yoksullardır. Ülkeyi yönetenler, bu sistemin mimarları olduğuna göre, ülkeyi yönetenlerden sorunlara çözüm beklemek daha çok yoksulluk yaşamak anlama gelir.